Mutsuz Sirk Palyaçolarına Benden Selam Söyleyin... Gökçehan Daçe

Curriculum Vitae…

Uzundur gece,
Uzundur ölemeyen
Adam için, uzun süre
Yalpa vurur çıplak bakışları
Sokak lambalarının altında
İçkili soluğuyla körleşen gözleri
Ve tırnaklarının altındaki et kırıntılarının
Kokuları uyuşturmaz her zaman
Tanrım uzundur gece…

Beyazlaşmıyor saçlarım,
Çünkü ben makinelerin rahminden çıktım
Sürünerek çam katranı pembe bir çizgi
Çekmiş alnıma ve saç örgüsüne
Saçlarda kar beyazı boğulmuş.
Ama ben, büyük reis
Yürüdüm on çarpı yüzbin ruhluk kent boyunca
Ve ayaklarım on çarpı yüzbin soğumuş
Barış çubuğunun sarktığı
Deri kaplı gökyüzün altında
Kırkayaklar gibi kaynaşan ruhlara bastı.
Çoğu kez meleklerin huzurunu istedim kendime
Bir de dostlarımın çaresiz çığlıklarıyla
Dolmuş av bölgelerini.

Ayakları ve kanatları iki yana açılmış
Herkesin bildikleriyle havalandı gençliğim
Kirli su birikintilerinin ve yaseminlerin üzerinden
Uçularak varıldı
Kare köklerinin gizini saklayan gecelere
Şimdi ölümün söylencesi, sanki her saat penceremde
Kurt sütü verin bana
Ve gırtlağıma benden öncekilerin kahkahalarını akıtın
Eğer sayfaların üstünde uyuyakalırsam
Ve eğer görürsem utandırıcı bir düşte
Düşünmeyi beceremediğimi, ancak yılan biçimi
Saçakların püskülleriyle oynayabildiğimi.

Annelerimiz de düşlemişlerdi
Erkeklerinin geleceğini
Pek etkileyiciydi gördükleri
Her biri devrimci ve yalnızlığına gömülmüş
Ama bahçede, duanın ardından
Yalazlanmış otların üstüne eğildiklerinde
Aşklarının geveze çocuğuyla eleleydiler.
Söyle benim kederli babacığım,
Neden susmuştunuz o zamanlar,
Düşünmeyi sürdürecek yerde?..

Gecelerden birinde, yitip gittiğinde insan
Ateş etmeyen bir topun yanında
Ve ateş fıskiyelerinin ortasında
Kahredesiye uzundur gece;
Sarılık olmuş ayın atığının
Safra rengi bir ışığın altında
İktidar özlemiyle dolu bir düşün ardından
Fırtına gibi geçip gitti (engellemediğim) kızak
İçinde kürklere bürünmüş tarihle birlikte

Uyuduğumdan değil :
Uyanıktım aslında
Buz iskeletlerinin arasında aradım yolumu
Eve döndüm, kollarıma sarmaşıklar doladım
Ve bacaklarıma
Güneşin kalıntılarının yardımıyla
Yıkıntıları aklaştırdım
Kutladım büyük bayramları
Ve ancak müjdelendikten sonra
Ekmeği ikiye ayırdım

Büyük izler bırakan bir zamanda
Çabuk gitmelidir insan
Bir ışıktan ötekine ya da bir ülkeden bir başkasına
Gök kuşağının altında, pergelin ucu yürekte
Odak noktası alınan ise, gece alabildiğine açık
Dağlardan göller,
Göllerin içinde dağlar görünür
Ve bulutların arasında çalar
Birinin dünyasının çanları
Kimin dünyası olduğunu öğrenmek ise
Bana yasaklanmıştır…

Bir Cuma günü oldu
Oruçluydum yaşamım adına
Havadan sanki limon suyu damlamaktaydı
Ve kılçıklar saplanmıştı damağıma
O sırada bir yüzük çıkardım
Açılan balığın içinden
Doğumumda gecenin nehrine atılmış ve batmıştı.
Onu geceye geri verdim…

Ah!.. Keşke korkmasaydım ölümden!..
Bulabilseydim sözcükleri,
(kaçırmasaydım)
Dikenler olmasaydı yüreğimde
(güneşi vurabilseydim)
Olmasaydı ağzımda bu susamışlık
(vahşi suları içmeseydim)
Açmasaydım kirpiklerimi
(sicimi görmeseydim)

Gökyüzü mü çekip götürdükleri?..
Taşımasaydı eğer yeryüzü beni,
Çoktan uzanmış yatıyor olurdum,
Çoktan yatardım
Gecenin olmamı istediği yerde
Daha kabartmadan burun deliklerini
Ve ayağını kaldırmadan
Yeni darbeler için, hep peşinde
Yeni darbelerin
Hep gece.
Ve gün, hiç yok…

Ingeborg Bachmann

0 yorum: