Sizlere bu satırları Yalnızlar Palas’ın ıssız alt koridorunun sol arka odasından yazıyorum. Kurşun kalemle, mektup kağıdına. Belki o yüzden düşünerek ve ağır ağır. Tehlikeli sulara girme teşebbüsündeyim.
Aslına bakarsanız “Siz bu satırların okurken muhtemelen ben çok uzaklarda olacağım” diye başlayan bir girişi tercih ederdim. Olmadı bakın. Bir dahakine...
Beraberliğin kamusallaştırdığı ve hatta yerel belediyeler ile zapturapt altına alınıp beyaz gelinlikler ve imzalarla taçlandırıldığı bir dünya düzeninde Yalnızla Palas zannedildiği gibi çok revaçta değil elbet. Ama genel geçer önyargıların ve söylencelerin tersine korkutucu bir yerde değil. İnanın. Şu yalnızlar koridorunun pek çok odasının boşalmasının ve çok az sakininin burayı kendine yurt seçmesinin elbette farklı nedenleri vardır. Ama bunu da sormayalım isterseniz. Tek tek cevapsız bakışlarla karşılaşmanın lüzumu yok.
Yalnızlar Palas’tan çıkıp etrafımı şöyle bir kolaçan edeyim, bir örnek çift, uzun süreli bir aşk hikayesi bulayım şu palası bırakıp yeni bir eve taşınayım, diyeceğim diyemiyorum da. Bir tane de mi olmaz... Yok yok yok...
Biz bu palasın mahkumu muyuz, konuğu mu şaşırdım. Her çift kişilik hikayede mutsuz bir son gizli. Ya da mutsuz sona giden gizli bir yol hikayesi...
Aşk’ın sonu var. Ne yazık ki! Bitiyor işte. Biliyorsunuz... Sonrası bildik hikaye... Boynu bükük tek kişilik sinema seansları, kahve altı kitap okumaları ve bol kepçe yalnızlar lokantasından tek kişilik teselli avuntuları.
“İçinizdeki çocuk” hikayesi de eskidi. Ve büyüdük. Geçtiğimiz yıllarda yanılmıyorsam Bağımsız Filmler Festivali’ne gelen “Varyag Erkekler Korosu”nun ilk yarısı sonrasında darallardan daral seçip çıkmak üzere iken beyazperdede beliren o 65’lik yalnız alkoliğin sözleri geliyor aklıma: 65 yaşında her şeyini kaybetmiş bir ayağı eşikte duran bir alkolik hayat süzgecinden elediği o cümleyi geveliyordu: “Artık kendimi büyüdüğüme inandırmalıyım.” Evet inandırmalı. Siz de inandırmalısınız. Ben de inandırmalıyım. İçinizde çocuk da sizinle beraber büyüyor. Büyüdü.
Yani dayanacak birini bulamıyorsunuz o bile yok. O bile... bir tek siz. Ürkütücü bir gerçekle karşı karşıyasınız işte... Yalnızlık üşütüyorsa kendi kendinize sarılacaksınız. Ya da Zatüre...
Ama korkmayın tedavi masrafları müessesemiz tarafından üstlenilmektedir. Adresiniz belli: YALNIZLAR PALAS.
Palasımız, yalnızlığımız pek çok ziyaretçiyi kabul ediyor. Ama durmak, tutunmak zordur yurdumuzda. Kolay sıkılır insan. Güçsüzdür hayat karşısında. Tek başına idare etmek zordur bu palasın koridorlarında. Herkes birine muhtaç. Birbirine... Bu güçlüye, çoğu zaman da bir güçsüze... Yol gösteren bir koltuk değneği herkes birbirine...
Terazinin bir kefesinde yeni bir insan, yeni bir deneme yeni bir hayal kırıklığı var, diğer kefesinde çift kişilik bir yalan dünya.
Ne kadar çok çift kandırıyor birbirini, ne kadar çok çift kokuyor yalnızlıklarından. Karanlık bir gecede önlerini kesmesinden yalnızlıklarının, bir gece evde otururken ‘naparım ben benimle bir başa’ demekten. Naparsınız siz bir gece vakti evde tek başınıza kalırsanız nasıl baş edersiniz kendinizle. Nasıl kalırsınız başbaşa kendi başınıza...
Herkesin cevabı kendine. Neyse...
Satırlarıma son verirken yalnızlığınızın gözlerinden muhabbetle öpmek isterdim ama biliyorum yalnız değilsiniz. Ne kadar da kalabalıksınız. Ne kadar da sıkıcı.
Bana yazma isterseniz yerim yurdum belli benim, alt ıssız koridor soldaki son oda, Yalnızlar Palas...
Yalnızlığınızı yazın ama.
Mektup kağıdına. Sabırla...
Aslına bakarsanız “Siz bu satırların okurken muhtemelen ben çok uzaklarda olacağım” diye başlayan bir girişi tercih ederdim. Olmadı bakın. Bir dahakine...
Beraberliğin kamusallaştırdığı ve hatta yerel belediyeler ile zapturapt altına alınıp beyaz gelinlikler ve imzalarla taçlandırıldığı bir dünya düzeninde Yalnızla Palas zannedildiği gibi çok revaçta değil elbet. Ama genel geçer önyargıların ve söylencelerin tersine korkutucu bir yerde değil. İnanın. Şu yalnızlar koridorunun pek çok odasının boşalmasının ve çok az sakininin burayı kendine yurt seçmesinin elbette farklı nedenleri vardır. Ama bunu da sormayalım isterseniz. Tek tek cevapsız bakışlarla karşılaşmanın lüzumu yok.
Yalnızlar Palas’tan çıkıp etrafımı şöyle bir kolaçan edeyim, bir örnek çift, uzun süreli bir aşk hikayesi bulayım şu palası bırakıp yeni bir eve taşınayım, diyeceğim diyemiyorum da. Bir tane de mi olmaz... Yok yok yok...
Biz bu palasın mahkumu muyuz, konuğu mu şaşırdım. Her çift kişilik hikayede mutsuz bir son gizli. Ya da mutsuz sona giden gizli bir yol hikayesi...
Aşk’ın sonu var. Ne yazık ki! Bitiyor işte. Biliyorsunuz... Sonrası bildik hikaye... Boynu bükük tek kişilik sinema seansları, kahve altı kitap okumaları ve bol kepçe yalnızlar lokantasından tek kişilik teselli avuntuları.
“İçinizdeki çocuk” hikayesi de eskidi. Ve büyüdük. Geçtiğimiz yıllarda yanılmıyorsam Bağımsız Filmler Festivali’ne gelen “Varyag Erkekler Korosu”nun ilk yarısı sonrasında darallardan daral seçip çıkmak üzere iken beyazperdede beliren o 65’lik yalnız alkoliğin sözleri geliyor aklıma: 65 yaşında her şeyini kaybetmiş bir ayağı eşikte duran bir alkolik hayat süzgecinden elediği o cümleyi geveliyordu: “Artık kendimi büyüdüğüme inandırmalıyım.” Evet inandırmalı. Siz de inandırmalısınız. Ben de inandırmalıyım. İçinizde çocuk da sizinle beraber büyüyor. Büyüdü.
Yani dayanacak birini bulamıyorsunuz o bile yok. O bile... bir tek siz. Ürkütücü bir gerçekle karşı karşıyasınız işte... Yalnızlık üşütüyorsa kendi kendinize sarılacaksınız. Ya da Zatüre...
Ama korkmayın tedavi masrafları müessesemiz tarafından üstlenilmektedir. Adresiniz belli: YALNIZLAR PALAS.
Palasımız, yalnızlığımız pek çok ziyaretçiyi kabul ediyor. Ama durmak, tutunmak zordur yurdumuzda. Kolay sıkılır insan. Güçsüzdür hayat karşısında. Tek başına idare etmek zordur bu palasın koridorlarında. Herkes birine muhtaç. Birbirine... Bu güçlüye, çoğu zaman da bir güçsüze... Yol gösteren bir koltuk değneği herkes birbirine...
Terazinin bir kefesinde yeni bir insan, yeni bir deneme yeni bir hayal kırıklığı var, diğer kefesinde çift kişilik bir yalan dünya.
Ne kadar çok çift kandırıyor birbirini, ne kadar çok çift kokuyor yalnızlıklarından. Karanlık bir gecede önlerini kesmesinden yalnızlıklarının, bir gece evde otururken ‘naparım ben benimle bir başa’ demekten. Naparsınız siz bir gece vakti evde tek başınıza kalırsanız nasıl baş edersiniz kendinizle. Nasıl kalırsınız başbaşa kendi başınıza...
Herkesin cevabı kendine. Neyse...
Satırlarıma son verirken yalnızlığınızın gözlerinden muhabbetle öpmek isterdim ama biliyorum yalnız değilsiniz. Ne kadar da kalabalıksınız. Ne kadar da sıkıcı.
Bana yazma isterseniz yerim yurdum belli benim, alt ıssız koridor soldaki son oda, Yalnızlar Palas...
Yalnızlığınızı yazın ama.
Mektup kağıdına. Sabırla...
Cüneyt Özdemir
0 yorum:
Yorum Gönder