Mutsuz Sirk Palyaçolarına Benden Selam Söyleyin... Gökçehan Daçe

Civarsız Kökler...

Ardında kocaman bir sarkaç geçmişim, kuyruğunu savuran etinden koparamadığım; bu boyutsuz boşlukta, vaktin hangi yöne savrulduğunun ne kıymeti var ki.
Sorarım sana, niçin oradadır o kadın, etinde birkaç yüz bin bıçak saplı duran o tatsız rüyada.
Sızıntılarında akan içinden içine, akbabaları yaratan tam dönüş; kafasının üstünde değil bizzat içinde.
Hakikatli açıklamalar istiyor tüm sorularım.
Yazık.
Fısıldadıkça önemini yitiriyor tüm sayıklamalarım. Ufalanan ve yakan küçük çiviler kendine saplanıyor, bedeni mıknatıstanın.
Halbuki sıcak bir yalan yetecekti belki, leş kargalarını bile güldürecek.
Klavuzum olmadı hiç, belki de sırf bu yüzden yönsüzdüm.
Piramitler içinde kendi mezarını arayan; Tanrım da olmadı, öldükçe dirilten.
Küçük neşesiz kadınlardan biriydim.
Hikayesi olan. Umursamayan.
Kocaman bir "hiç"tim de, avcılar av ararken, yine de bu soyut düşlere kanmayı sevdim.
Sorsalardı, gelmezdim elbette bu amaçsız işleyen küçük mekanizmanın dişlisine dişice.
Ben gidince her şey duracak, sonra sıkıntılı homurtularla devam edecek büyük gürültü kaldığı yerden.
Biliyorum.
Savaş bahanedir, düşman yaratmaya niyetliysek.
Aksimizi yakalayamayacağız ki, her şeyi bize dair kılıp hükmetmek isteğimiz bitimli olsun.
Gölge oyunu bu küçük muhasebe.
En büyük düşmanlıkların en büyük yarıkları bağlamış örümcek ağlarıyla dolgulandığını biliyorum; o ağlar ki hep sahtekâr bir emekle örülür ilkten, kamaştırır. Tecrübe ettim bunu ben, yine edeceğim.
Tek tek bütün parçaları dökülür gibi irinden etinin, seni tarihin çamurundan bir kez daha çıkarıp ışıldattım bu gece. Parıldayan hep bir yanın vardı, ah! bu benim anlamlandırmalarım.
Tanıdık bir yüz, bildik bir öykü, eski bir tını oluyor zaman belleksizliğime.
Sırtımda hâlâ o soğuk bıçak bıraktığın, üstelik keskin tarafından tutan hep bendim acılarını gömdüğün etimde.
Aşk diyecekler bilge cahiller; oysa ben buna bir isim koymaya dahi çekinirim.
Kendi eteklerimi tortop edip de, başka eteklere sarılıp onların savruntusuyla acıyalı beri gönlüm, herkeste bir ben buluyor herkeste bir sen arıyorum. Seni bir kez yarattım ben ve yaram artık hiç soğumayacak deprem yanığı. Ama başka yaralarım da olacak.
Hepsinin altında kendi kanım.
Oysa hiçbir şey değişsin istemiyordum, olanı olduğu gibi seviyordum. Küllerimden bir kıvılcım yaratmanın çocukça telaşıyla kocaman kadın oluyordum sende. Sense hâlâ küçük ve aç bir çocuk.
Bıktığım anneliğim değildi, bu rôlü ben bile isteye biçmiştim kendime -ama inan şevkatini arzulardım, şevkatinin tadını merak etmemdendir-.
Beni yaraladığını söylemekten hiç utanmadım, seni yaraladığımı bilerek de haz almadım.
Denktik.
Hâlâ bir yanının bana ağladığını biliyorum, keşke bunu bilmesem, o vakit kendime gömülmem nice kolaylaşacak. Bir yerlerdesin bunu da biliyorum, belki ucuz bir gecenin çetelesinin utancıyla dudaklarını kanatmaktasın, belki sarhoş bir ikindide esanslı bir gülüş savuruyorsun kız etlerine ve belki de tarihin pürüzsüz yüzeyine şevkatle -ama asla özleyerek değil- bakıyorsundur.
Ama muhakkak ağladığını biliyorum...
Ben de seni özlemedim, seni özlemeyi çoktan unuttum.
Bunun için de utanmayacağım.
Sana dair her şey ancak gülümsetiyor beni minnetle.
Bunu bir kez verdin bana sen, bunu bin kez verdim kendime ben.
Soylu tümceler kurup da soysuzluğumuzun ötesine berisine yaldız takasım yok, öyle berrak ki geçmiş şimdi usumda, pişmanlık bile yok; bir isim koymaya çekiniyorum.
Senden sonra çok zaman akıttım kirimi nehirlere, bütün kıyıcıklarda yıkadım öfkemi, geriye yalnızca güzel anılar kaldı, sağalttım ben'imi.
Bunları bilmeni isterdim demeyeceğim, sen beni okumadan da bilirsin ezberden.
Küçük kurgularımıza büyük anlamlar biçiyoruz ve akranlarımın hepsi aciz.
Biz bir ayrıntıyız yalnızca büyük romanda kısa paraflık.

Şimdi üşüyorum.
O yüzden de gitmeliyim.
Tüm bunların saftata kumaşıyla sarmalandığı dünyama.
Hangisi daha gerçek hiçbir zaman bilemeyecek uzaktan bakanlar.
Yakından bakanlar mı?
Onların gözleri bazen öylesine kamaşıyor ki, atlıyorlar hata denizine başka bir tepeden.
Her ölümlü kendi cılız serüveninde yanıyor.
Her ölümlü kendi cılız aleviyle ısınıyor.
Tüm bunlara bir sebep mi aramalı; tesadüf beni artık tatmin ediyor, yorgunum belki ondandır. Ölümsüzlük peşine düşmenin anlamsızlığını ışık hızıyla öğretti ân bana, öğretecek ne çok şeyi vardı oysa ki ihtiyar bir kız kılmazdan evvel beni.
Ama bizim de cebimizden bu çıktı, yurtsuzluk, eşgalimizin tanımı bu.
Yine de bunu bilmesin isterim herkes; kamburumla bana su verdi diye dolanan bir meczup olmak yine de insanlık onurumu incitir. Bırak da bu kadarını cürret etsin kalan insanî kırıntılarım damlalarını emerken.
Seni mi, seni hâlâ seviyorum ama köksüz bir sevgi tek başına kurumaya mâhkum bir dal...

05.03.2008

0 yorum: