I.
(ömür; yokuş yukarı çıkmaksa eğer, delilik; çıkman gereken yokuştan inmektir..
batarken ayakların kuma, bir gül iliştirmelisin kamburuna; bir aşk, bir adam, bir ölü ve bir yalnızlık yaratmalısın cinnetinden, yoksul kalırsın bu kandırmacaların yoksa...
her deli en az bir kez sevdiğine inandırmalı kendini...)
yazılmadık hiçbir şey yok
dedi ve çekildi minberden kız...
bir insanın milyonlarca düşü vardı
milyon insanın evrenlerce yükü
ama aynı yumurtadan da olsalar
ayrı parmak izleri bırakmazlar mıydı sayfalara...
oysa yakıyorum şiirlerimi / kriminolojik izlerimi / emarem suskunluğum
saçlarım uzamayı unutalı beri
urgan da yapmıyorum isyanımı / itaatkar bir avcıyım / avım kanlı ağızların tuzağı
dedi ve kapandı mabedine kız...
(yaptıklarınızı hiç unutmayacağım,
diye söylenen ihtiyar bir kadın geçti kökleri camekânların ardındaki boyunları sıkan ağaçlı yoldan masallar anlatarak...büyük düşlerdi yitirdiklerimiz...
y a ş a m a k küçültüyordu bizi...)
hiç bir tarih düşülmedi âna...
II.
sen son kuşların sesisin,
sana doğru açılan en son kapım
bilemeyeceksin, bir daha geri dönmeyeceğimi
inerken eteklerinden doruğunun hazzıyla
kız ölüleri ve devrimci sloganlar bırakacağım ardımsıra
acımayacaksın,
tadın yoktu zaten senin / küs doğdun küs öleceksin
izafiyetinde köpüklü gözyaşları tadacağım,
kırmızı, kalem ve şarapla örtülü hüzün dolu geceler
bilemeyeceksin bir daha, geri dönmeyeceğimi
dedi ve sarsılan öfkesini yuvaladı sevgisine...
('sevgim hiç eksilmedi ' diyebildi satır aralarına sıkıştırdığı altı çizilesi cümlelerde...sevgimin yanına iliştirdiğim itimatım, hürmetim, hayranlığım eridi, ehemle mühimin taraklandığı bu alemde...
'özlediğinde gelme öyleyse' dedi, iğneli bir topu tutan kız, yelemden son tüyü yolarken sesim çıkmadı hiç...
güneşsiz ve susuzduk,
sustuk,
biz susunca geriye sadece şiir kaldı...)
III.
ellerimi avcuna al,
bu kuşların mavi kanallarda parladığı gün
kanatlarından ahiret havadisleriyle muştulandığımızda
götür beni ona, sen de gel, ya da kal orada...
yazılmadık hiçbir şey kalmamış olabilir
ama seni ölüm gibi sevmem de ilk değildi zaten...
seni sonsuz bedevi,
seni ezanlı sabahlarca
seni kıtalararası zamanlarca
bekleyeceğim güllerin solduğu hazan mevsiminde umutla
dedi ve içine fısıldadı hicranını kız...
yankılanan dumanımda,
ayak parmaklarımı acıtan ters terlik ömrüm
mürekkebi bitmiş yalnızlıklar kartezyeniyim
son sahnede perde inmesin diye inlediğim...
şehir rüzgarları kuruturken dudaklarımı
kendimi bilinmez soluklara atıyorum hasterim eylülî...
seni çok unuttum ben
en çok seni özlerken
sürüler geçti serüvenlerini bırakarak etime
ortalama hiçbir şeye inanmadım yine de
ne kıyıcığına kandım, ne de enginini arzuladım...
(sendin, etin arzuladığı zevkler kapısından hızla geçen...
koridorları ağır ağır sindirmedin içine, vardığın odaların sarhoşluğuyla; yanıldın...
günah küçük bahçelerde kırbaçlanacaktı, değişim ivedi yaşanırsa yıkım olacaktı,
sustuk,
biz susunca geriye sadece bedel kaldı...)
bir gün hiç kimse üzülmesin diye
hem de hiç kimse üzülmeden
gideceğim hiç kimseden
dedi ve ağladı kız depremler içinde...
IV.
cesetlerin kokusu tambûri bir gecede sızarken aramıza
ne olur kalk
giyin geceliğini
bir zambak gibi eğil sulara
sular ki sidik tortusu
göğsünde dört zamanlık sancın
tümör yalnızlıklar büyümese de neşende
ölüm
kanında usul usul salınacaktır...
("herkes gibi yaşasana sen "* yankılarında kırık orgazmı vaktin...çözümsüz kapama yaşamını ... kalk ...
ne olur kalk...)
ayağa kalkıp, ayakta kalmak istiyorum
bir büyük sessizlik olmazdan evvel
ilk kez dinlemek istiyorum kendimi
dedi ve ayaklandı zindanında kız...
yürüdün içime
tırnaksızlığımın pençesindeydim
sen yollarımı döşedin tuzaklarınla...
yönsüzdü suratsızlığım / her elde başka dokunuşlarla başkalaşıyordum
bilemezdin.../ bilemedik
o en güzelindeydin çağının... / bilemedim...
yüklü katarların gıcırtısı gibi yorgun geçse de ömrün
hep gül istedim
'gülüşün;
o bir kadını bir anda kız yapan
yanaklarının kavisinde iki küçük dünya sunan
gökyüzü gülüşlüm'
bilmeyeceksin bir daha geri dönmeyeceğimi...
V.
kibrit gibi titredim / yaralı bir çocuğun masallarına kanarken
koynumda namusunu ören saçsız kız
kuş adımlarında bir kule bir ev ve bir deniz çiz hıdırellezde
özlediğin taş, toprak, su değil bilirim
vuran çanda ezan sesi
bacaksız deniz böceği, iyotlu acısı
bir elsizin iskambil kozunda mahfuz kaldı sevdası...
ki yanağıma sıcağı değmedi sinenin
boz tüylü bir deveydin hörgücünde taş mezarlar taşıyan
hece hece gülen fransız kirpiklerin
en aşık olanı unutup,
riyaydı bilirim
seni han kapılarında bekleyeceğim yalancı saki(n)...
tek dostum sendin daimi gök
dedi ve çıldırtan güzelliğini savurdu küllerinden...
VI.
iki kültürün karmaşık kızı
çitlerine eğilemem uzatma çiçeklerini
ruhun topalsa istanbuldandır ,
tenin yanıyorsa türkülerdendir ,
yüreğin çatırdamaya başlamışsa / ülkene dönmen gerekmektedir
ardıç ağaçları, zeytin dalları ve erik çiçekleriyle bekleyeceğim seni...
iki yeryüzü ve tek gök vadedemem sana
bir aynam var üçümüzün bakışını saklayan yanlızca
sekizinci yılda, sekizi düşlerken
sırlı camın ardında bırakma beni
kimsesizim / tükenirim...tuzla eriyen salyangoz böceğinim...
duymak istediklerini söyleyemem
şimdi beni dinleyecek misin?
söylenmemiş tek bir söz olamaz
dedi ve kapattı hiddetle kapıyı kız...
sustuk,
biz susunca geriye sadece gazap kaldı...
(yaşam arkası arkasına kapanan kapıların yankısıyla yinelendi...
"yeniden başlamalarla geçti ömrümüz / iyimserliklerimizi duvarlara çarptılar"**
..tanrı hırçın bir çocuktu,tuzunu serpiyordu bütün dünyaya, her acı yeniden üreme şevki katıyordu ölmesini bilmeyene,
oysa en çok ölüm yakışıyordu şairlere, tuzla acıyla şiirde...)
VII.
kınalı gelin parmaklarıyla alev alev rakkase
ne olur kalk
ve kuşan kefenini gelinliğince
yağmura durmuş yüreği sıkıca avcunda
o sisli kederiydi dağıttığı
"karakterimiz kaderimizdir"***
dedi ataları, atalarımız bir irtihal biçmişti gençliğine...
oysa gözleri hiç de ölü değildi
ela iki elmas çürüyen yüzünde
'buradayım, sizi bekliyorum' diyordu isli kazanları homurdarken zebanilerin...
kalkıp bir bardak su veriyordum sana
liflerini, yapraklarını, dallarını, köklerini suluyordum saksında
susamışsın
yüzünü avcuma alıyordum / yüzün çiçek
yüzün taş oluklarda kurban saflığında
iri gözlerini dikiyordun / tavana
'tavana bakmak iyiydi, tavanda kalmamak şartıyla...'
'o iyi midir' diyordun
soluğunda yanıtını hiç de merak etmeyen işkilsiz kesinti...
susuyorduk
biz susunca geriye sadece gam kalıyordu..
'onu yazdım' / 'ona ağladım' / 'onu özledim'..
diyordun son nefesinle
çamurlu bir yağmura kayıyordu yüzümüz
usumuzda kabusların diriliyordu / sanrıların sancılı
boş mezarları çınlatan kız ölüleri yan yana uzanıyordu...
(odamızda eşyalarla oynaşan mum, sarsıntıyla bir büyüyüp bir küçülüyordu, gözbebeklerimiz de bu ritme uyuyordu... fakat odada olan ne gözlerimiz ne de ruhlarımızdı artık...uzak gecelere dalmış, sendeliyorduk...sırtımız, çatlayan vazo, soğuğu usul usul çeken...düşlerimizde binlerce ses, görüntü karmaşasından ,ölümü hisseden kara sinekler gibi hiçbir görüntüye hiçbir sese konamadan, telaşlı bir gençlikten geçiyorduk, bir atın yavan kuyruğunu yemezden evvel...
doğum gibi ölümün de hiçbir şatafatı yoktu ; herşeyi anlamlı kılma çabası olan sefahat düşkünlerini düşünürken, aklıma düşen közün kokusuyla irkildim...
şehir ölülerine ve evlerine gömülmüştü,
sen gitmiştin....)
VIII.
siyahı yarattı beşer / döne yakıla parçalandı anılar
bütün renkler kirlendi birden...
bir büyük büst gibi devrilirken geçmişim
gençliğimin ince sızısı tının
bir sonraki güne dağılırdı toprağım
bedeni damarlarından sarsılan suyu tuzun...
kirpikleri, opal çenesi, baldırları
güçlü bir kadının o en çok kabaran tüylü ve ihtişamlı hayvana benzediği an
kumunda herşeyden korkmanın tuhaf elzemi
içinin dehlizlerinde anahtarlarını bir bir pasa salıp
gitmiştin...
belki de
hiç gelmemiştin...
sen küçük kadın
yanaşma kız
dünyaya iğnelenmiş ucuz ve kaba broşlar kadar parlayacaksın
bütün yıldızlarınla dön
orada üçümüz de su perileri gibi yanacağız...
(ölüleri bol kentin, kaygan yağmurlarıyla aydınlanan kaldırımlarına bakıyorum şimdi,
iki karpuz ışığı taşıyan iri memeli sokak lambalarına...kunduz gecelerdeyim / kurumsal sorumluklarımı unutup, disiplinsiz çocukça sevinçlerle hırpalanıyorum...yapıtlarım dediğim enkazımda gömüt sızılarla çürüyor,o çok bilindik sualle dışlıyorum içselliğimi ;
'varoluşumuzu manalı kılan nedir'...
soru işaretleri kıvrılırken usuma
'sen ve şiirlerin' dedi kaktüslü teras
'iki gelecek korkutmasın seni
her ikisi de insanî
ya çocuklarını, ya da şiirlerini büyüteceksin
seçim sensin'...)
mangalın öteki yüzünü çevirdim birden,
çeyrek asırlık ömrüm bir de böyle yansın diye
cevşen asılı saati taşıyan duvar sıfır beşi vurdu
çamurlarla sıvalı kederim dökülürken kerpiç bedenimden ,
birden
dünya ne kadar kimsesizdi
sen ne kadar kimsesizdin, birden...
ben ne kadar kimsesizdim birden...
iki küçük saksıda boşluğa sarktı boyunlarımız, birden...
sustuk,
biz susunca geriye sadece gürültü kaldı...
25.06.2005 / İzmir
*Attila İlhan / Ağustos Çıkmazı
**Attila İlhan / Yorgunlar Sendikası
***Herakleitos
Ömür Nihan Akçalı
(ömür; yokuş yukarı çıkmaksa eğer, delilik; çıkman gereken yokuştan inmektir..
batarken ayakların kuma, bir gül iliştirmelisin kamburuna; bir aşk, bir adam, bir ölü ve bir yalnızlık yaratmalısın cinnetinden, yoksul kalırsın bu kandırmacaların yoksa...
her deli en az bir kez sevdiğine inandırmalı kendini...)
yazılmadık hiçbir şey yok
dedi ve çekildi minberden kız...
bir insanın milyonlarca düşü vardı
milyon insanın evrenlerce yükü
ama aynı yumurtadan da olsalar
ayrı parmak izleri bırakmazlar mıydı sayfalara...
oysa yakıyorum şiirlerimi / kriminolojik izlerimi / emarem suskunluğum
saçlarım uzamayı unutalı beri
urgan da yapmıyorum isyanımı / itaatkar bir avcıyım / avım kanlı ağızların tuzağı
dedi ve kapandı mabedine kız...
(yaptıklarınızı hiç unutmayacağım,
diye söylenen ihtiyar bir kadın geçti kökleri camekânların ardındaki boyunları sıkan ağaçlı yoldan masallar anlatarak...büyük düşlerdi yitirdiklerimiz...
y a ş a m a k küçültüyordu bizi...)
hiç bir tarih düşülmedi âna...
II.
sen son kuşların sesisin,
sana doğru açılan en son kapım
bilemeyeceksin, bir daha geri dönmeyeceğimi
inerken eteklerinden doruğunun hazzıyla
kız ölüleri ve devrimci sloganlar bırakacağım ardımsıra
acımayacaksın,
tadın yoktu zaten senin / küs doğdun küs öleceksin
izafiyetinde köpüklü gözyaşları tadacağım,
kırmızı, kalem ve şarapla örtülü hüzün dolu geceler
bilemeyeceksin bir daha, geri dönmeyeceğimi
dedi ve sarsılan öfkesini yuvaladı sevgisine...
('sevgim hiç eksilmedi ' diyebildi satır aralarına sıkıştırdığı altı çizilesi cümlelerde...sevgimin yanına iliştirdiğim itimatım, hürmetim, hayranlığım eridi, ehemle mühimin taraklandığı bu alemde...
'özlediğinde gelme öyleyse' dedi, iğneli bir topu tutan kız, yelemden son tüyü yolarken sesim çıkmadı hiç...
güneşsiz ve susuzduk,
sustuk,
biz susunca geriye sadece şiir kaldı...)
III.
ellerimi avcuna al,
bu kuşların mavi kanallarda parladığı gün
kanatlarından ahiret havadisleriyle muştulandığımızda
götür beni ona, sen de gel, ya da kal orada...
yazılmadık hiçbir şey kalmamış olabilir
ama seni ölüm gibi sevmem de ilk değildi zaten...
seni sonsuz bedevi,
seni ezanlı sabahlarca
seni kıtalararası zamanlarca
bekleyeceğim güllerin solduğu hazan mevsiminde umutla
dedi ve içine fısıldadı hicranını kız...
yankılanan dumanımda,
ayak parmaklarımı acıtan ters terlik ömrüm
mürekkebi bitmiş yalnızlıklar kartezyeniyim
son sahnede perde inmesin diye inlediğim...
şehir rüzgarları kuruturken dudaklarımı
kendimi bilinmez soluklara atıyorum hasterim eylülî...
seni çok unuttum ben
en çok seni özlerken
sürüler geçti serüvenlerini bırakarak etime
ortalama hiçbir şeye inanmadım yine de
ne kıyıcığına kandım, ne de enginini arzuladım...
(sendin, etin arzuladığı zevkler kapısından hızla geçen...
koridorları ağır ağır sindirmedin içine, vardığın odaların sarhoşluğuyla; yanıldın...
günah küçük bahçelerde kırbaçlanacaktı, değişim ivedi yaşanırsa yıkım olacaktı,
sustuk,
biz susunca geriye sadece bedel kaldı...)
bir gün hiç kimse üzülmesin diye
hem de hiç kimse üzülmeden
gideceğim hiç kimseden
dedi ve ağladı kız depremler içinde...
IV.
cesetlerin kokusu tambûri bir gecede sızarken aramıza
ne olur kalk
giyin geceliğini
bir zambak gibi eğil sulara
sular ki sidik tortusu
göğsünde dört zamanlık sancın
tümör yalnızlıklar büyümese de neşende
ölüm
kanında usul usul salınacaktır...
("herkes gibi yaşasana sen "* yankılarında kırık orgazmı vaktin...çözümsüz kapama yaşamını ... kalk ...
ne olur kalk...)
ayağa kalkıp, ayakta kalmak istiyorum
bir büyük sessizlik olmazdan evvel
ilk kez dinlemek istiyorum kendimi
dedi ve ayaklandı zindanında kız...
yürüdün içime
tırnaksızlığımın pençesindeydim
sen yollarımı döşedin tuzaklarınla...
yönsüzdü suratsızlığım / her elde başka dokunuşlarla başkalaşıyordum
bilemezdin.../ bilemedik
o en güzelindeydin çağının... / bilemedim...
yüklü katarların gıcırtısı gibi yorgun geçse de ömrün
hep gül istedim
'gülüşün;
o bir kadını bir anda kız yapan
yanaklarının kavisinde iki küçük dünya sunan
gökyüzü gülüşlüm'
bilmeyeceksin bir daha geri dönmeyeceğimi...
V.
kibrit gibi titredim / yaralı bir çocuğun masallarına kanarken
koynumda namusunu ören saçsız kız
kuş adımlarında bir kule bir ev ve bir deniz çiz hıdırellezde
özlediğin taş, toprak, su değil bilirim
vuran çanda ezan sesi
bacaksız deniz böceği, iyotlu acısı
bir elsizin iskambil kozunda mahfuz kaldı sevdası...
ki yanağıma sıcağı değmedi sinenin
boz tüylü bir deveydin hörgücünde taş mezarlar taşıyan
hece hece gülen fransız kirpiklerin
en aşık olanı unutup,
riyaydı bilirim
seni han kapılarında bekleyeceğim yalancı saki(n)...
tek dostum sendin daimi gök
dedi ve çıldırtan güzelliğini savurdu küllerinden...
VI.
iki kültürün karmaşık kızı
çitlerine eğilemem uzatma çiçeklerini
ruhun topalsa istanbuldandır ,
tenin yanıyorsa türkülerdendir ,
yüreğin çatırdamaya başlamışsa / ülkene dönmen gerekmektedir
ardıç ağaçları, zeytin dalları ve erik çiçekleriyle bekleyeceğim seni...
iki yeryüzü ve tek gök vadedemem sana
bir aynam var üçümüzün bakışını saklayan yanlızca
sekizinci yılda, sekizi düşlerken
sırlı camın ardında bırakma beni
kimsesizim / tükenirim...tuzla eriyen salyangoz böceğinim...
duymak istediklerini söyleyemem
şimdi beni dinleyecek misin?
söylenmemiş tek bir söz olamaz
dedi ve kapattı hiddetle kapıyı kız...
sustuk,
biz susunca geriye sadece gazap kaldı...
(yaşam arkası arkasına kapanan kapıların yankısıyla yinelendi...
"yeniden başlamalarla geçti ömrümüz / iyimserliklerimizi duvarlara çarptılar"**
..tanrı hırçın bir çocuktu,tuzunu serpiyordu bütün dünyaya, her acı yeniden üreme şevki katıyordu ölmesini bilmeyene,
oysa en çok ölüm yakışıyordu şairlere, tuzla acıyla şiirde...)
VII.
kınalı gelin parmaklarıyla alev alev rakkase
ne olur kalk
ve kuşan kefenini gelinliğince
yağmura durmuş yüreği sıkıca avcunda
o sisli kederiydi dağıttığı
"karakterimiz kaderimizdir"***
dedi ataları, atalarımız bir irtihal biçmişti gençliğine...
oysa gözleri hiç de ölü değildi
ela iki elmas çürüyen yüzünde
'buradayım, sizi bekliyorum' diyordu isli kazanları homurdarken zebanilerin...
kalkıp bir bardak su veriyordum sana
liflerini, yapraklarını, dallarını, köklerini suluyordum saksında
susamışsın
yüzünü avcuma alıyordum / yüzün çiçek
yüzün taş oluklarda kurban saflığında
iri gözlerini dikiyordun / tavana
'tavana bakmak iyiydi, tavanda kalmamak şartıyla...'
'o iyi midir' diyordun
soluğunda yanıtını hiç de merak etmeyen işkilsiz kesinti...
susuyorduk
biz susunca geriye sadece gam kalıyordu..
'onu yazdım' / 'ona ağladım' / 'onu özledim'..
diyordun son nefesinle
çamurlu bir yağmura kayıyordu yüzümüz
usumuzda kabusların diriliyordu / sanrıların sancılı
boş mezarları çınlatan kız ölüleri yan yana uzanıyordu...
(odamızda eşyalarla oynaşan mum, sarsıntıyla bir büyüyüp bir küçülüyordu, gözbebeklerimiz de bu ritme uyuyordu... fakat odada olan ne gözlerimiz ne de ruhlarımızdı artık...uzak gecelere dalmış, sendeliyorduk...sırtımız, çatlayan vazo, soğuğu usul usul çeken...düşlerimizde binlerce ses, görüntü karmaşasından ,ölümü hisseden kara sinekler gibi hiçbir görüntüye hiçbir sese konamadan, telaşlı bir gençlikten geçiyorduk, bir atın yavan kuyruğunu yemezden evvel...
doğum gibi ölümün de hiçbir şatafatı yoktu ; herşeyi anlamlı kılma çabası olan sefahat düşkünlerini düşünürken, aklıma düşen közün kokusuyla irkildim...
şehir ölülerine ve evlerine gömülmüştü,
sen gitmiştin....)
VIII.
siyahı yarattı beşer / döne yakıla parçalandı anılar
bütün renkler kirlendi birden...
bir büyük büst gibi devrilirken geçmişim
gençliğimin ince sızısı tının
bir sonraki güne dağılırdı toprağım
bedeni damarlarından sarsılan suyu tuzun...
kirpikleri, opal çenesi, baldırları
güçlü bir kadının o en çok kabaran tüylü ve ihtişamlı hayvana benzediği an
kumunda herşeyden korkmanın tuhaf elzemi
içinin dehlizlerinde anahtarlarını bir bir pasa salıp
gitmiştin...
belki de
hiç gelmemiştin...
sen küçük kadın
yanaşma kız
dünyaya iğnelenmiş ucuz ve kaba broşlar kadar parlayacaksın
bütün yıldızlarınla dön
orada üçümüz de su perileri gibi yanacağız...
(ölüleri bol kentin, kaygan yağmurlarıyla aydınlanan kaldırımlarına bakıyorum şimdi,
iki karpuz ışığı taşıyan iri memeli sokak lambalarına...kunduz gecelerdeyim / kurumsal sorumluklarımı unutup, disiplinsiz çocukça sevinçlerle hırpalanıyorum...yapıtlarım dediğim enkazımda gömüt sızılarla çürüyor,o çok bilindik sualle dışlıyorum içselliğimi ;
'varoluşumuzu manalı kılan nedir'...
soru işaretleri kıvrılırken usuma
'sen ve şiirlerin' dedi kaktüslü teras
'iki gelecek korkutmasın seni
her ikisi de insanî
ya çocuklarını, ya da şiirlerini büyüteceksin
seçim sensin'...)
mangalın öteki yüzünü çevirdim birden,
çeyrek asırlık ömrüm bir de böyle yansın diye
cevşen asılı saati taşıyan duvar sıfır beşi vurdu
çamurlarla sıvalı kederim dökülürken kerpiç bedenimden ,
birden
dünya ne kadar kimsesizdi
sen ne kadar kimsesizdin, birden...
ben ne kadar kimsesizdim birden...
iki küçük saksıda boşluğa sarktı boyunlarımız, birden...
sustuk,
biz susunca geriye sadece gürültü kaldı...
25.06.2005 / İzmir
*Attila İlhan / Ağustos Çıkmazı
**Attila İlhan / Yorgunlar Sendikası
***Herakleitos
Ömür Nihan Akçalı
0 yorum:
Yorum Gönder