saçlarında şimşek parçaları, dilinde kırağı,
sen kimin yetimisin,
kimi bekliyorsun durduğun yerde?
sağır bir günün sonunda dilsiz bir gece
sarıp sarmalıyor seni,
gökyüzü gıcırtıyla kapanıyor üstüne.
bak ömrün yarılandı,
karanlığı kullanmayı öğrenmelisin.
yazısı akmış ıslak bir sayfa elinde,
yara bere içinde morarıyor şiirlerin.
artık tutunacak kimsen kalmadı,
nasıl biliyorsan öyle düğümle zamanı.
bütün ölümleri gör,
birini evlat edin kendine.
oysa sen, boş bir kabın taş darası.
yine de denkleştirip gidiyorsun hayatı.
tuzağa yem, hançere bağ oluyorsun.
zehire katıyorlar seni, şair ne duruyorsun
gemilere bin, trenlere atla.
kimsenin umursamadığı, hiçbir işe yaramayan
kaldır şu gereksiz tanıklığı ortadan.
ne kadar tıkasan kulaklarını,
duymamaya çalışsan
göğsünde bir titreşimdir konuşmaları.
görmesen seslerden anlıyorsun.
kazdıkları çukuru, ördükleri duvarı.
çakılısın buzdan çivilerle
boynu bükük bir haçın üstünde.
yerde buluyorsun kendini her sabah,
yeniden gerilmek üzere,
saçlarında şimşek parçaları, dilinde kırağı
daha ne bekliyorsun durduğun yerde?
katmerli yalanı gördün, yalınkat gerçeği,
bilicinin ürpererek söylediği
sevgi gereksinimlerini gördün kimilerinin,
tırnaklarını denemek için
yılanın deri değiştirmesini,
gülüşün kurdunu, sineğini gözün;
yüreğinde bir ağaç gürültüyle devrilirken,
aksayarak yürüyen umudun arkasından
gülün kanayan hüznünü gördün.
işte tanıksın ölümün pazarlık ettiğine
toptan ve perakende,
pantolon ütüsünün keskinliğine,
bozulup bütünlenmesine paranın,
mevsimsiz bir çocuğun kekre yüzüne,
yabancı işçiliğine martının
deniz olmayan bir uzak ülkede,
daha binlerce, binlerce şeye.
yaz bunları ve imzala sana yetecekse.
bana delik deşik bir yürekle
pası küflü, çürümeyi söyle.
yangın yerlerinin katran gözyaşlarını,
bana göçüğün kırık kemiklerini,
sancısını suyun, rüzgarın yırtık yerini
ve bunlardan payına düşeni söyle.
ne kadarı kaldı babandan,
sen ne ekledin üstüne,
acının sana getirdiği ürem ne?
şair bana mutluluktan söz etme,
beyaz baston kullanan bir dille.
işte tanıksın daha nelere?
testi gömüyorlar göğsüne eskisin diye,
keçe gibi kimi zaman, parlatmak için
bakır kaplara sürüyorlar seni
şair hiçbir tansık bekleme,
dolaş yıkıntılar, çöplükler içinde,
sen ey gülünç ve deli mesih;
ölmeyi bilmediğine göre,
saçlarında şimşek parçaları, dilinde kırağı
pelteleşmiş yapışkan haçını
ıslık çalarak sokaklarda sürükle.
Metin Altıok...
sen kimin yetimisin,
kimi bekliyorsun durduğun yerde?
sağır bir günün sonunda dilsiz bir gece
sarıp sarmalıyor seni,
gökyüzü gıcırtıyla kapanıyor üstüne.
bak ömrün yarılandı,
karanlığı kullanmayı öğrenmelisin.
yazısı akmış ıslak bir sayfa elinde,
yara bere içinde morarıyor şiirlerin.
artık tutunacak kimsen kalmadı,
nasıl biliyorsan öyle düğümle zamanı.
bütün ölümleri gör,
birini evlat edin kendine.
oysa sen, boş bir kabın taş darası.
yine de denkleştirip gidiyorsun hayatı.
tuzağa yem, hançere bağ oluyorsun.
zehire katıyorlar seni, şair ne duruyorsun
gemilere bin, trenlere atla.
kimsenin umursamadığı, hiçbir işe yaramayan
kaldır şu gereksiz tanıklığı ortadan.
ne kadar tıkasan kulaklarını,
duymamaya çalışsan
göğsünde bir titreşimdir konuşmaları.
görmesen seslerden anlıyorsun.
kazdıkları çukuru, ördükleri duvarı.
çakılısın buzdan çivilerle
boynu bükük bir haçın üstünde.
yerde buluyorsun kendini her sabah,
yeniden gerilmek üzere,
saçlarında şimşek parçaları, dilinde kırağı
daha ne bekliyorsun durduğun yerde?
katmerli yalanı gördün, yalınkat gerçeği,
bilicinin ürpererek söylediği
sevgi gereksinimlerini gördün kimilerinin,
tırnaklarını denemek için
yılanın deri değiştirmesini,
gülüşün kurdunu, sineğini gözün;
yüreğinde bir ağaç gürültüyle devrilirken,
aksayarak yürüyen umudun arkasından
gülün kanayan hüznünü gördün.
işte tanıksın ölümün pazarlık ettiğine
toptan ve perakende,
pantolon ütüsünün keskinliğine,
bozulup bütünlenmesine paranın,
mevsimsiz bir çocuğun kekre yüzüne,
yabancı işçiliğine martının
deniz olmayan bir uzak ülkede,
daha binlerce, binlerce şeye.
yaz bunları ve imzala sana yetecekse.
bana delik deşik bir yürekle
pası küflü, çürümeyi söyle.
yangın yerlerinin katran gözyaşlarını,
bana göçüğün kırık kemiklerini,
sancısını suyun, rüzgarın yırtık yerini
ve bunlardan payına düşeni söyle.
ne kadarı kaldı babandan,
sen ne ekledin üstüne,
acının sana getirdiği ürem ne?
şair bana mutluluktan söz etme,
beyaz baston kullanan bir dille.
işte tanıksın daha nelere?
testi gömüyorlar göğsüne eskisin diye,
keçe gibi kimi zaman, parlatmak için
bakır kaplara sürüyorlar seni
şair hiçbir tansık bekleme,
dolaş yıkıntılar, çöplükler içinde,
sen ey gülünç ve deli mesih;
ölmeyi bilmediğine göre,
saçlarında şimşek parçaları, dilinde kırağı
pelteleşmiş yapışkan haçını
ıslık çalarak sokaklarda sürükle.
Metin Altıok...
0 yorum:
Yorum Gönder