Mutsuz Sirk Palyaçolarına Benden Selam Söyleyin... Gökçehan Daçe

Notaları Kurşunlanmış Bir Şarkıdır Yalnızlık...

“Le Bruyere, bir yerlerde, ‘yalnız olmamak gibi büyük bir mutsuzluk!’ der. Kendi kendilerine katlanamamaktan korkarak kalabalıkta kendilerini unutmaya koşanları uyandırmak ister sanki.Bir başka bilge, yanılmıyorsam Pascal da,‘neredeyse bütün dertler odamızda kalmayı bilmememizden geliyor başımıza’ der; böylece, içekapanış hücresinde, mutluluğu devinmede, bir de yüzyılımızın deyimiyle kardeşcil diye adlandırılabileceğimiz bir fuhuşta arayanları getirir usumuza.”

-Baudelaire-

Yalnızlığın Atlası:

I

Hayat, çarpar ya ağırlığını camlarına evlerin, ışıklara aldanmayın, evler de yalnızlıktır, evler de...Siz çekersiniz gece büyür, gece çeker de bazen siz küçülürsünüz; geceler yalnızlıktır...

Yalnızlığın tablosunu çizer ufukta biri, atlasını yalnızlığın uzak sularda bir gemici; birileri sınırlar koyar, haritalar basar biri… Oysa harita basan bütün matbaalar suçlu, bütün silgiler yalancıdır.Haritalar yalnızlıktır...

Kaç bin ışık yıl uzağız belki de en uygar gezegene.

Ay tutulur-

sa ay orda bir yalnızlıktır.

Yalnızlıktır emzirdiğimiz göz göre göre...

II

Yerkürenin son jesti insanın dehşet yalnızlığı olacak. Biz yine de çiçekleri sulamayı unutmayalım, ama yalnızlığımız çiçeklere de kalmaya- cak...Bu gezegen her gün milyonlarca ton ağırlaşıyor; her gün aşksız, azıksız azalıyoruz. Azalıyoruz, çoğalıyoruz; ikisini birlikte tartsak azlığımız çok gelecek.

Yerkürenin son jesti insanın dehşet yalnızlığı olacak! Bunu bilmek için kutsal kitaplara gerek yok; işte hiç de kutsanmayan bir kitap bile bunu söylü- yorsa, inanın, yalnızlığımız kitaplara da sığmayacak.

III

Bir ölüdenizdir yalnızlık...

Bir çınarın upuzun gölgesidir çınar boylu yalnızlık.

Atlasına akbabalar, haramiler tüner de

kendi olmakta diretir yine...

IV

Her insanda birden doğan, ama can çekişip ölemeyen yalnızlık. Herkes bir evrede anlar bunu; kimileri de menapozlarda, antropozlarda, bir gözaltında, uzun bir yolculukta ya da.

Dal değil, köktür yalnızlık; kurumuş olmalıdır ve bir daha yeşermez…

V

Okyanuslar analarıdır denizlerin; gökyüzünün anası yok: Gökyüzü yalnızlıktır. Kurt dağında, kuzu sürüsünde, çoban kavalında yalnız.Kalabalık, kabarık verirsin kavgalarını; bin yumruğun tek olup göğe doğrulduğu günlerde de, akşam, dönerken evine filen kadarsın...

Yazıyorsan, duyarlığınla yalnızsın kendi derininde; duyarlığınla suya ya- zılan sözlerle... En az yalnızlık çeken şairlerdir yine de; bölüşürler seslerini bir- lerle, ikilerle, beşlerle, ama beşlerle...

VI

O, sevgiyi kendi için istiyor; sevgisiyle yalnız.Onu değil, ben sevgimi seviyorum, sevgimle yalnız...Yalnızlığı deşiyorum yapayalnız, yapayalnız! Sonra bölüyor, bölüşüyor, topluyor, çarpıyor ve çıkarıp giysilerimizi birer birer sevişiyoruz; susup kalıyoruz belki, çekip gidiyoruz, ama geride kalanın adını yalnızlık koymaktan neden ürküyoruz?

İşte kadınlar da, erkekler de doymaz uzuvlarıyla birer yalnızlıktır...Doğasının insana ihane- tidir yalnızlık; özünde yaşamın da, ölümün de birer ihanet olduğunu kavradığımızda sorun yok...

VII

Tek kişilik kalabalıktır aşk.

Aşk tek kişiliktir; ikinci kişiye bilet yoktur.

Kendinin yayasıdır aşkta ikinci kişi, kendinin mayası;

herkes kendi sevgisini sever...

Aşk nedir İncil’e göre? Nedir Tevrat’a, Zebur’a, Kur’ân’a göre?

Bu kitaplardaki aşklar, küfürler neyin rengine göre?

İnsandır, insan aslolan: İnsana göre!

Bir bedeni o kıyısızlığa bırakma saati geldiğinde

gitmek bir yalnızlıktır.

Bütün gitmeler yalnızlıktır

kalmaya göre...

VIII

Sevginin ve cesaretin cesetleriyle günler ağır ve kirli, tortusunu bırakırken ömrümüze; günler düşlerimize, özlemlerimize... Uzaklığın şakağında kaç namlu kim bilir yakın olmasın diye?Sonra biz, burada uçurumlara teslim gençliğimizle...

IX

En rezil parayla insan arasındaki yalnızlıktır; hiçbir inanç, hiçbir ideoloji, hiçbir aşk, hiçbir kitap bu yalnızlığın kurallarını bozamıyor.Bu

da bir yalnızlıktır...

X

“Yalnızlık bir yağmura benzer...”

Yağmurdan önce biz, bütün çılgınlıkları bir bir bölüştük. Bir bir türküleri, telaşlı koşuşları; silahları, tabuları, ayrılıkları; çoğaltıp yalnızlığı-mızı feodal tekkelerde, ellerimizin üzerinde bir el bile yokken bölüştük vuruşları.Sonrası geceydi ve yalnızdık çoğalttık susuşları...


Yağmura yakalandığımız gece-

ye çarptık; geceye hiçbir şey olmadı.

Ama biz paramparçaydık

ve hayat gaspetti o vakur duruşları...

XI

Hâlâ dağların üstünde, zambakların içinde işte şu hayat; destan ve yalnız hayat!Yalnızlığa halay halay ellerim; kırılası, kırılası ellerim! Benim ellerim, yuh ellerim, şair ellerim... Kalemini silahıyla koruyan; kalemi de, silahı da yalnız ellerim!


“Yalnızlık bir yağmura benzer.”

Yağmurlarda sırılsıklam ellerim...


XII

Daha birileri bir yerlerde yaralardan söz ediyor; sonra binlerce ses o bir sesin üstüne, belki de yüzbinlerce... Ama kime anlatılır ki yara, orada yara olarak yalnız.Yarayı anlatan, anlatırken; yara ise orada yara olarak yalnız.


Destan ve yalnızdır hayat kırılası ellerim.

Herkes kendine göre bir yalnızlıktır...


XIII

İyi ki doğmadınız hiç doğmayanlar ya da doğması olasılık kalanlar. Doğarken, biz de spermdeki olasılık kadardık; o olasılıkla doğmak veya doğmamak üzere yalnızdık. Şimdi yaşamak ve ölmek hâlâ bir olasılıktır.

Hep mengenede, kederde en çok da yaşamak bir olasılıktır.Sevişmek ey, yaşamak bir olasılıktır…


XIV

Yalnızlığı sevişirken eksiltiyor, eskitiyor

ve eskiyoruz...


Seviştiğim gece emzirdiğim gecedir.

Özümü katarım ona.

Geceyi kanatırım, gece beni kanatır.

Geceyi kanatırız, gece bizi kanatır.


Geceler insanlığımız,

insanlığımız yalnızlıktır...


XV

Giderek insanlaşıyor, uygarlaşıyor

ve insansızlaşıyoruz...


“Görgü tanıklarının ifadelerine göre”:

Dağınık yüzü günlerin ter ve keder içinde;

zanlıları her sabah o resmi geçitlerde...


İşte hayatlarımız intiharların ve cesaretlerin sustuğu yerde; hayatları-

mız diğer hayatların da cesetleriyle...Hayatlarımızda kimselerin bilmediği yalnızlıklar; ama kimseler bilse de, bilmese de yalnızlık var ey bütün yal- nızlıklar!


XVI

Şimdi travestiler kalçalarında ve slikon göğüslerinde biriken yorgunlukla Dante’nin “İlahi Komedya”sını konuşuyorler sperm kokan duvarlarla...O yır- tık, yamalı ve yaralı sevgilerden, o kaypak sevgililerden, servetlerden geride hep namuslu bir orospum oldu benim de; tünediler yalnızlığıma hüzünlü bir yüzle o gecelerde...Sonra günlerin de üzerinde bir hayat; sürgit yoğunlukların, yorgunlukların, öfkelerin üstünde...


XVII

Şimdi güzel bir deniz karşımda; korkunç çırpıntılı, dehşetli mavi bir deniz tutmuş da bir ucundan b(akıyor) uzaklara...


Uzak, uzaklığında,

ben kendi yakınlığımda yalnızım;

ortalarda olsam da ortalı yalnızlıktır…


XVIII

Böyle yakın uzaklıklarda hep yalnızlıklar ve “yalnız değiliz” derken de yalnız!İşte cesetler ve cesaretler içinde aynadaki suretimi tuzla buz ediyorum; keder ırmakları akıyor ortasından...Birden bir kırlangıç sürüsü kanat çırpıyor uzaklara; yollara ve yolculara bakıyorum da, şarkıların kırık dökük notaları saçılmış sokaklara. Herkes kendine göre bir şarkıyı tutturmuş yangınlar orta- sında!


/Y a n g ı n l a r o r t a s ı n d a
n o t a l a r ı k u r ş u n l a n m ı ş b i r ş a r k ı d ı r y a l n ı z l ı k.../

Flash...

Hava poyrazladı yağmur yağacak
Yanıp yanıp sönüyor ışıklandırılmış gözlerin
Yukarda
Küle gömülmüş bir elma gibi gökyüzü
Patladı patlayacak
Olanca hışmıyla kentin.

Sensin
Akıyor ön dişlerin beyaz beyaz yanıma
Her şey rengine göre kanar bilirsin
Tırnakların pembeye boyanmış bir koy gibi
Pespembe kanar
Ve her bir renkte kanayan gözlerin
Çınlatır Eluard’ın mısralarını orada
“İçinde uçtuğum gözlerin
Yolların gidişine
Dünyanın dışında bir anlam verdi.”
Demek oluyor ki bu dünyada olmak öyle derin
Öylesine anlamlı ki insan
Bizse bu anlamın işçilerinden ikisi
Yağmur yağacak.

Yarı karanlık odamız, üstelik soğuk
Isıtıcı bir soğuk bu, değişik
Sensin, bir yüzümde geziniyor şimdi yüzün
Bir elimizdeki kitaplarda
Şiirler okuyoruz bugün
Limanlık bir deniz gibi kıpırtısız önümüzdeki taş masa

Uykuya yatmış gibi bütün balıklar
Gemileri kaptansız tayfasız
Gidip gidip geliyor kimi zaman da
Anayurduna dağlara
Şiirler okuyoruz bugün.

Yaşlandık da ondan mı
Susarak katlanıyoruz her mutsuzluğa
Saatlendiriyoruz günü
Bölüyoruz dakikalara
Bir hiç oluncaya kadar bölüyoruz onu.
Bölüyoruz yani bütün mutsuzluklara
Bir yaprak saniyesi geçiyor usul usul
Penceremizden
Mavi mavi hatmiler parlıyor dışarıda
Dışarıda küçük bahçemizde
Ayak izleri gibi gökyüzünün
Hatmiler
Bırakıyoruz bu sessiz uyuma kendimizi
Derken bir mavi damar, bir dudak büküş
İyi anlaşılamayan bir ses sokaktaki
Çırpına çırpına yükselen duman
Bir tutam saçın öne düşüşü
Sanki bir sardunya bir yaz boyu ne kadarcık uzarsa
Kaça alınırsa bir tükenmez kalem
Doluyor içimize öyle
Hayatın birdenbire anlaşılması gibi bir duygu gürültüsü
Yağmur yağacak.

Yaşını çoktan aştım Orhan Veli’nin
Ölümle duruyorsa eğer yaşlanmak
Onun bir sonbahar yağmuruna gömülü ölüsü
Yağdı yağacak
“Ölünce kirlerimizden temizlenir
Ölünce biz de iyi adam oluruz...”
Sade ve ince
Dünyaya uzun parmaklarıyla dokundu dokunacak.

Yorulduğun zaman söyle
Susalım, hiç konuşmayalım istersen
Sussak da, hiç konuşmasak da, sözlerin senin
Açık denizler gibidir zaten elimde
Her zaman ama her zaman bir kıyıyı sezdiren
Hatırlıyorum da kelimelerini bir bir:
Şairlerin flaşları kalpleridir
Dışarıya da parlamalı biraz
Kaldı ki ben içimde gezinmekten yoruldum
Sensin, iyi anlarsın beni
Gözlerine başka türlü bakıyorum
Ben bütün gözlere başka türlü bakıyorum şimdi
Nemli bir tülbent olup buğulanıyor
Ve yaslı ve mahzun
Ve devrilmiş bir boya kabı gibi de yoğun
Memleketimin gözleri
Yağmur yağacak.

Öyle bir yağmur ki bu, bilirsin
Dam saçak demeyecek, yağacak
Yağacak bir hışım gibi canevine kentin
Kalplerimiz küle gömülmüş elmalar gibi
Patladı patlayacak
Alacak sonunda kendi rengini.

Edip Cansever

Duvarlar...

Düşünmeden, acımadan, utanmadan
kocaman yüksek duvarlar ördüler dört yanıma.

Ve şimdi oturuyorum böyle yoksun her umuttan.
Beynimi kemiriyor bu yazgı, hep bu var aklımda;

oysa yapacak bunca şey vardı dışarda.
Ah, önceden farketmedim örülürken duvarlar.

Ama ne duvarcının gürültüsü, ne başka ses.
Sezdirmeden, beni dünyanın dışında bıraktılar.

Konstantinos Kavafis
Çev.: Herkül Millas ve Özdemir İnce)

Gönüllü Ölü...

Koyu bir çamur bulup solucanlara uysam,
Bir derin çukur kazsam canım için cihanda,
Serip kart kemikler’mi,bi yatsam,bi uyusam,
Bataklığa gömülmüş timsah gibi nisyanda

Nefretim vasiyetler,nefretim kabirler tüm.
Avuç açacağıma bidamlacık yaş için,
Sağken,akbabaları başıma üşürürüm,
Gölkanlara belensin o cenabet cesetim!

Kurtlar,gözsüz-kulaksız,benim kankardeşlerim,
Bolahenk feylesoflar,daldölleri leşlerin,
İşte size bir ölü,güloynar ve gönüllü!

Örenimin üstünde fırdönün gönlünüzce!
Var mı ölümden öte ölüye bir işkence,
Ölümü seçmiş madem ölülerle bu ölü?
Charles Baudelaire
(Çev.:Can Yücel)

Yalnızlık-Unplugged... Bölüm I - Addictus



"Yazgısını, göçebe rüzgarların ellerinden kurtarıp da gelen bir kadın tanımıştım...
Unuttuğumu hatırlatmıştı, onlar yaşam diyorlardı bunun adına..."


Yanık tütün kokusuyla biterken bir düş,
Geceye rengi hüznüm veriyor.
Yüzümde izi olanlardan kaç tanesi tutuyor ellerimi…
Eski bir masalın son hecesiyim, eskimeyen hüzünlü Aşk kurgusu...
Dudaklarında benden kalma ıssız bir tebessüm taşırdı o kadın
göçebe rüzgarların ellerinden kurtarıp yazgısını,
Beşinci mevsimde gelmişti
Şiir susmuş
Yalnızlık, kan kusmuştu Hiç beklenmedik an gibiydi gelişi
umulmadık rüzgar,
lodosun savrulan kışı...
tozlanmış sevinçlere benziyordu
yüzümün o tarifsiz bakışı...
unutmuştum gülmeyi çaldığında kapımı,
ellerinin üstüne kaç yüz asır saymıştım oysa bilmeden,
korkularıyla yeltensin diye o puslu gecede
tüm surların kapısını vermiştim kan rengiyle ateşe. geldiği mevsim, ödünç verdiği nefesiyle
terk bırakıp geriye,
öylece gitti… Şimdi, eşsiz bir iştahla paylaşırcasına mirasımı
en seçkin günahlarıyla sokuluyorlar,
bir ölünün soluğuna...
ve bu kuytu sofralıkta paramparça kalıyorum geriye
üşüşme tenler dokundukça acıyor içim... Dokun Phleyas’ın kızı!
tut moraran ellerimi! kes bileklerimden!
Dudaklarıma yalan bir itiraf bırak da git
Kalbime yetim olmayan hüznü bırak, öyle git.
Hala tırnaklarımın içinde, soğumuş terimdesin
Sen, bir infazın tek dilsiz şahidisin Avuçlarına ağlamak isterken
ve bir ölümlünün dizlerinde ölmeden uyumak derken!
şimdi senin dizlerinde ölüm arzusunda hayat...
gücün kaldıysa dokun gözlerime, tanı acını … Kimi yaşadığımı değil,
Kimi öldüğümü sorsunlar bana.
Bütün mutsuz sirk palyaçolarına kaldırıyorum kadehimi
Bütün kalmayı seçenlere,
emekli asilere bu yüzyıl;
devşirme aşkların ve en içten ihanetlerin devri,
Gözyaşı ucuz sirke tadındaysa kimilerinin
ve şizofren bir kurguyla işleniyorsa
bir aşk ya da cinayet
suçlamıyorum..
biliyorum onlar daha masum
yalancı şahit aramıyorlar en azından.
ve işte bu yüzden,
kaç varoluşsa feda etmeye hazırım şimdi
sırf bu yok oluşa inat… Gidenlere de kızmıyorum
Hesaplar karıştı karışalı nefeslerine,
Sevişmeler terine milimetrik
Hileli ruletlerde kazanıyor adalet
Metropolde Aşklar böyle yaşanıyor!
Kurtarılmış bölgelerde korkaklar onursuz ve Aşksız yaşlanıyor
Gidenlere kızmıyorum sevgili! sen bile gittin...
Şimdi biraz ay, ondan çok geceyim...

Gökçehan Daçe...


Yalnızlık-Unplugged... Bölüm II - Fragilis



“Kıdemli Cesetlerden Kadavra Olmaz”
"Üşüyor musun dedim
Hayır, sadece korkuyorum dedi, sonra o derin sessizlik oldu... Aslında üşüyordu, belki ikimiz de korkuyorduk. Uzun zaman geçti üstünden, birkaç kış soranlara üşümediğimi söyledim..."
Hatırımı soran banka dekontlarına yürek dolusu sevgiler
ve ben senkronize ayrılık metinleri yazıp oynuyorum şu aralar.
Maddenin bulut haliyim
Kara iklimlerinden daha çok üşütmüyor yoksunluk
Miktarsız kafein, sayısız sigara
Araf’ta beş mevsim on üç ay insomnia…
Ey kırılgan kalp! Hadi ne olduğunu anlat!
ödem topluyor gece yarısı düşler
gündüzleri sigortacılar
geceleri, uyurgezer çocuklar çalıyor kapımı
uykusuz, umutsuz ve
örselenmiş düşleriyle çalıyorlar
bilinmedik korkularıyla... Açamıyorum kapılarımı (senin) ardından
mecazsız karışmak isterken sana
bir geminin jilete duyduğu uçsuz nefret olup sızıyorum
pıhtılaşmış kanımdan...
Miktarsız hüzün, dikiş tutmayan yara
yıkanıp terinde, karışmaktı hayat toprağa
ama sen gittin… Ölürsem, tek bir tütsü yaksınlar Tiber kıyılarında
Yağmurlu bir akşam vakti
sac üstünde ekmek kokusuyla uğurlasınlar
ve tüm sanrılarımı benimle gömüp o derin sulara,
adı Aşktı desinler,
Soyadı vurgun yemiş deniz yıldızı... Ötelenmiş mazi
ertelenmiş gelecek
Silahımda beklenmeyen tutukluk
Kauçuk tenlerde öğle uykularıydı yoksulluk Sargı bezlerime yayılıyor bir aşkın mağlubiyeti
düş yorgunu gözlerime atıl bir sus karışıyor sessizliğinin ardından
ve söyle, öksüz sevinin merhametsiz öznesi!
neden böyle, neden sıkıca sarılmak istiyorum hala?
neden…
(t)uzağında yağmur olup yanıyorum,
bu ısrar ölüm getirir...
ve sen yağmurlar yanmaz zannederken
ıslak kirpiklerimden başlıyorum tutuşmaya geceleri Asimetrik bir yalnızlık bu!
Günah gibi bir yalnızlık
Bulaşıcı, yüreksiz,
dört duvar bir yalnızlık... Yapraklar ve kadınlar kaldırımlarda soluyor
Aşk gözlerde başlayıp,
Örselenmiş düşlerde, başka tenlerde ecel buluyor
biliyor musun;
Gidenlere de kızmıyorum,
sen bile gittin!
mutsuz sirk palyaçolarına benden selam söyleyin
gidenlere
ve bir de adımı ezberleyen tüm dilsiz şahitlere...

Gökçehan Daçe...

Bayan Lazarus...

İşte yine yaptım
Her on yılda bir
Böyle bir tane beceririm

Bir tür ayaklı mucize, tenim
Bir Nazi lamba siperliği kadar parlak,
Sağ ayağım

Tüy kadar hafif
Yüzüm ifadesiz, incecik
Yahudi kumaşından.

Çözün kundağı
Ah, sevgili düşmanım.
Korkutuyor muyum? -

Burnu, göz bebekleri, 32 dişi yerli yerinde mi?
Acı nefesi
Ertesi gün yok olacak.

Yakında, çok yakında
Vahim bir öldür gücü
Evimde, etimde olacak

Ve ben işte gülümseyen bir kadın.
Daha sadece otuzunda.
Ve kedi gibi dokuz canlıyım.

Bu Üçüncü Sefer.
Ne lüzumsuzluk
On yılda bir imha.

Bu ne çok iplik.
Çekirdek yiyen kalabalık
İtişir içeri görmek için

Ellerimi ayaklarımı çözmelerini -
Muhteşem soyunmalar.
Baylar, bayanlar

Bunlar ellerim benim,
Bunlar dizlerim.
Bir deri bir kemik olabilirim, farketmez,

Ben de onlardandım, tek tip kadın işte
İlk seferinde on yaşındaydım.
Kazaydı.

İkinci seferinde istedim
Bitirip gitmeyi ve hiç daha dönmemeyi.
Üstüstüme kapaklandım.

Tıpkı bir midye gibi.
Tekrar tekrar bağırmaları gerekti çağırmaları
Ve üstümden ayıklamaları inci gibi parlak yapışkan
Solucanları

Ölmek
Bir sanattır, herşey gibi.
Özellikle iyi yaparım.

Bir ölürüm ki, cehennemden gelir gibi olurum.
Bir ölürüm ki, adeta hakikaten olurum.
Sanki gider gibi bir davete.

Bunu yapmak çok kolay bir hücrede
Ölmek ve kımıldamamak
Ölüyü oynadığım tiyatroda sıranın gelmesi gibi

Güneşli bir günde geri gel
Aynı yere, aynı yüze, zalim
Eğlenen çığrışlara:

'Mucize!'
İşte bu yere yıkar beni.
Ama bir bedeli var.

Yara izlerime bakmanın, bir bedeli var.
Kalbimi dinlemenin ----
Hakikaten çalışıyor.

Bir bedeli var, çok büyük bir bedeli var.
Bir sözün, veya bir dokunuşun.
Ya da biraz kanımı akıtmanın.

Bir tutam saçımın veya elbisemden bir parçanın.
Eee, Herr Doktor.
Eee, Herr Düşman.

Sizin eserinizim ben,
Paha biçilmez,
Altın topu bebeğinizim

Bir çığlığa eriyen
Dönüyorum ve yanıyorum.
Gösterdiğiniz alakaya aldırmadığımı sanmayın.

Kül, kül -
Külü eşele bak.
Etten kemikten eser yok----

Bir kalıp sabun
Bir nişan yüzüğü
Altın bir diş.

Herr Tanrı, Herr Şeytan
Savulun
Savulun.

Küllerin arasından
Doğrulurum kızıl saçlarımla
Ve çıtır çıtır adam yerim.



Sylvia PLATH

Çeviren : Enis AKIN

Lezzetsiz...

Hiçbir şey hoşuma gitmiyor artık...

Yapmam gereken
Bir eğretilemeyi mi süslemek
Badem yapraklarıyla?..
Söz dizimini
Bir ışık huzmesinde çarmıha mı germek?..
Kim kafa patlatacak
Böylesine gereksiz şeyler üzerine

Bir anlayışa vardım
Var olan
Sözcükler aracılığıyla
(en alt sınıflar için)

Açlık
Utanç
Göz yaşları
Ve
Karanlık…

Temizlenmemiş hıçkırıklarla,
Çaresizlikle
(ve çaresizlikten önce bile umarsız)
Onca sefalet,
Hastalık ve pahalık yüzünden ,
İdare etmek zorundayım.

Yazıyı değil,
Kendimi ihmal etmekteyim.
Başkaları becerebiliyorlar,
Tanrı bilir ya
Sözcüklerden yardım almayı.
Ben, kendimin desteği değilim.

Yapmam gereken
Bir düşünceyi mi tutuklamak
Ve götürmek aydınlatılmamış bir cümlenin hücresine?..
Gözleri ve kulakları mı ihya etmek
Birinci sınıf sözcük lokmalarıyla?..
Bir halkın libidosunu araştırmak
Sessiz harflerimizin sevgi değerlerini mi saptamak?...

Yapmam gereken
Doluya tutulmuş bir kafayla,
Şu elin yazmaktan katılmışlığıyla,
Üç yüz gecenin basıncı altında,
Kağıdı mı yırtıp atmak,
Ve örgütlenmiş sözcük operalarını silip atmak
Bir çırpıda, yıkarak: ben sen o

Biz siz?..

(Öyle yapılsın. Öyle yapsınlar başkaları.)

Benim payıma gelince, yitip gitsin…

Ingeborg Bachmann

Çv : Ahmet Cemal

Kurşun Deliği...

gittiğin cennette ferhat olcaksın
bir gözün burca dayanacak
'kederli kelimeler değil
kuvvetli kelimeler kullanmalı'
diye
öğüt verdim sessizce onlara ve kendime.
'kederli kelimeler yeterli şey'dir
ve
kederli kelimeler sakardır muhtemelen'
mars'la venüsün çarpıştığı ipte öptüm onları.
-ağızlarında mayalı denizatı yeşili
yamanmaz göğüste açılan kurşun delikleri-
düştüğü anda kalan kalın camlı dudaklarıma
ihtiraslı büyük yeminler serptiler
kusursuz kuzgun elleriyle.
-buna biraz mustafa demeli-
duman duman kavak ağaçları
kavak kavak duman ağaçları
hiç bir su yıkamak istemedi devasa tenlerini
ve aşarak çok masum çok bakışlarındaki
yosunlu, titrek dikenli telleri
ve silahlarına dek koşup ve sonra gerilerek ansızın
ruhlarına doğru fırlattım çalıntı gezegenimi!
biliyorum, inanmadılar, inanamadılar
bir kuş korkup kaçarken avuçlarından
nasıl terk ederse tek kanadını
onlar da öyle çaresizdiler
koymadılar koyu tadın ortak adını..
yüzümüzde: boynu kırık kedi saatleri
uyandığımdan beri annem yoktu
'suçsuzluğumdan daha iyisiniz' dedim onlara
'çocukluğumdan daha yukarıda, daha marifetli'
giemezdim
ayaklarım beni tanımıyordu
-buna biraz çirkin kadın kabartması demeli-
ışıklı, ışıklı bir eşarp gibi döne döne
sarıldılar çatlak heykelime.
ayın kraterlerine gözyaşı dolarken öptüm onları.
yok, kederli kelimeleri yormamalı bu gece
uzun sürdü misafirliğim, ben şahsıma dönmeliyim
karanlık, karanlıklal bir arp gibi lime lime.
yüzümüzde: melankoliyi te'yid saatleri
'beni içakıntılarınıza alın' dedim onlara
'beni doruklarınızdaki karın terine takın'
'ben bir taya verdim kalbimi(al yarattıklarını)
ve bir kalp aldım ondan(ve billur klavuzumu)
gökkuşağını geçirdim dikiş iğnesinin deliğinden
gövdemi gövdelerinize dikerken ağlatmayın beni'
yok, kederli kelimeleri yormamalı bu gece
zira, hürriyet hoş görmüyor sendelememi.
-buna biraz ters falso demeli-
uzundular
kararlı ama mahsundular
bir korkunun geçmesi gibi tetiği
törpüleri aratmayan genç umutlarıyla
esrarengiz ama yorgundular
biliyorum, inanmadılar
duman duman kavak ağaçları
kavak kavak duman ağaçları
senfonik hislerine ölü toprağı serptiler

Küçük İskender