Mutsuz Sirk Palyaçolarına Benden Selam Söyleyin... Gökçehan Daçe

Düş Ülkesi...

Kötülük meleklerini konuk eden
Karanlık ve ıpıssız bir yoldan
Kara tahtından, GECE adlı Hayalin
Yönettiği bu topraklara yeni geldim
Dünyanın öteki ucundan geldim
Karanlık bir ülkesinden kuzeyin
-Uzamın, Zamanın dışında görkemle
Uzanan yabanıl ve gizemli bir ülke-

Dipsiz vadiler ve engin denizler,
Uçurumlar, Titan ormanları, inler
Ve o ormanlarda, çiyin altında
Ne olduğu bilinmeyen nice şey daha
Her an yıkılacakmış gibi dağlar
Kıyısız denizlere doğru yatmışlar

Denizde dalga yerinde duramıyor
Ateşten göğe yükselmek istiyor
Taşıyor hep, taşıyor gölün suları
Gölün sessiz suları -sessiz ve ölü
Gölün durgun suları -durgun, üşümüş
Üzerine zambakların karı düşmüş

Böylece taşar hep gölün suları
Gölün sessiz suları, ölü suları
Gölün üzgün suları, üzgün, üşümüş
Çünkü zambakların karları düşmüş
Böylece ırmağın yanında dağlar

Uğuldar, sabah akşam uğuldar
Kurbağalar, semenderlerle dolu
Bataklıklar ve griye çalan koru
Cinlerin perilerin yaşadığı
Kasvetli gölcükler, su yatakları
Her noktası ayrı ayrı kötü olan
Her köşesinden hüzünler saçan
Burada, dehşet içinde yolcular

Geçmişin anılarıyla karşılaşırlar
Kefenler içinde ürkek gölgeler
İç çekerek yanınızdan geçerler
Eski dostlardır bunlar, yeryüzüne
Acı çekmeye gönderilen -ve göğe

Huzurlu, rahat bir yerdir burası
Herşeyden büyükse kişinin acısı
Gölgede yürüyen ruhlar için
Eldorado'dur, ah neden olmasın?
Fakat buradan gelip geçenler
Ona dikkatle bakmayabilirler
O da sırlarını açmaz böylece
Bakmayı bilmeyen kapalı göze
Böyle buyurmuştur kralın yasası
Yasaktır kapalı gözleri açması
Kederli ruhlar görür yalnızca
Karanlık camların ardından o da.

Kötülük meleklerini konuk eden
Karanlık ve ıpıssız bir yoldan
Kara tahtından, GECE adlı hayalin
Yönettiği topraklardan evime geldim
Dünyanın öteki ucundan geldim
Bu karanlık ülkesinden kuzeyin

Edgar Allen Poe...

Bir Adın Kalmalı Geriye...





Bir adın kalmalı geriye
Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
Aynaların ardında sır
Yalnızlığın peşinde kuvvet
Evet nihayet bir adın kalmalı geriye
Birde o kahreden gurbet
Sen say ki ben hiç ağlamadım
Hiç ateşe tutmadım yüreğimi
Geceleri koynuma almadım ihaneti
Hele nihavend hele buse hiç geçmedi aklımdan
Ve hiç gitmedi bir topak kan gibi adın
İçimin nehirlerinden
Evet yangın
Evet salaş yalvarmanın korkusunda talan
Evet kaybetmenin o zehirli buğusu
Evet isyan
evet kahrolmuş sayfaların arasında adın
Sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı
Bu sevda biraz nadan
Biraz da hıçkırık tadı
Pencere önü menekşelerinde her akşam
Dağlar sonra oynadı yerinden
Ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
Sen say ki yerin dibine geçti geçmeyesi sevdam
Ve ben seni sevdiğim zaman bu şehre yağmurlar yağdı
Yani ben seni sevdiğim zaman
Ayrılık kurşun kadar ağır gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın

Yine de
Bir adın kalmalı geriye
Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
Aynaların ardında sır
Yalnızlığın peşinde kuvvet
Evet nihayet, bir adın kalmalı geriye
bir de o kahreden gurbet
beni affet
kaybetmek için erken
sevmek için çok geç

İbrahim Sadri

Mektup...

Yarım kalmış acılar denizi pencereme konardı geceyle, savrulurdum. Gözyaşı kokusuyla dolu bir kuğu, zamanın sonuna kalkan, sürgünümdü; göz mavisi duman, sessizliğim. Aktım ölü deniz kızıyla gökkuşağı saklı mektubun içine, pulumuz rüzgar oldu, postacımız güvercin. Civa gibi eridik kabımızda. Kırmızıya gittik. Hemen yokladım yüzümü yağmurun yuva yaptığı ellerimle. İyice şaşırmıştı alıcısı vapur ıslığımızın. Saplandı gözlerimin ışığı yeni güne.
..Mermer bir kayıkla geri döndük
...diğer yarısına acının,
... usulca çekildi deniz,
......son bulduk, yenildik.

Artık yataksız bir liman yüreğim, soğuk ve loş. Kırık
düşlerim. Serçelerde gözlerimin buğusu. Buruk içim.

..Böylesi bir yenilgiyi beklemediğim için
...sabahın en serin ucunda bağıran ben
... intihar edecekmiş gibi sıkılıyorum
......düşük boynuma asılı sonbaharı.

Çekildi yaşanan hıçkırıklara, yaşanmayan düş kırıntılarımızla boğulduğumuz odaya. Düştü saat duvardan, telefon diye çevirdim yelkovanı: İmdat. Akrep soktu kendini. Çan sesleri, ezan sesleri, mart sesi, çatılarda kaldı gecenin gizi. Unuttum mektubun içinde boğulduğumu. Elveda.
Kaan İnce

* Kaan İnce'nin Nisan 1992'de Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri Birincisi olan şiiri.

Elbet Anlamı Olabilirdi...

Elbet anlamı olabilirdi: geçip gitmekteyiz dünyadan,
sormamışlar gelirken, çekilmeliyiz şimdi yavaştan.
Ama konuşmamıza karşın, birbirimizi anlamadan
ve karşımızdakinin ellerine bir an bile ulaşamadan,


yıkım bu işte: Çıkamayacağız bu sınavdan.
Denemek bile kalkılmaz bir şey altından,
ve bir çarmıh dikilmiş, kendimizi tanıyamadan,
yalnızlığımızda, silinip gidelim diye dünyadan.



Ingeborg BACHMANN


Çeviren: Ahmet CEMAL

İtaki...

İtaki’ye doğru yola çıktığın zaman
yolunu uzatmaya bak
serüvenler, bilgilerle uzasın yolun.
Lestrigonlar’dan ve Kikloplar’dan
Azgın Poseidon’dan korkma.
Bunları görmiyeceksin zaten, düşüncen
soylu ise ve seçkin bir duygu
dolmuşsa ruhuna ve gövdene.
Lestrigonlar, Kikloplar
ve azgın Poseidon, çıkamayacak karşına
onları ruhunda taşımıyorsan
ruhun onları çağırmayacaksa.


Yolun uzasın
Nice yaz şafaklarıyla beraber
ilk gördüğün limanlara
-coşkuyla, sevinçle- varmak için;
durup Fenike çarşılarından
has mallar almak için
sedefi ve mercanı, abanoz ve kehribarı
ve her yana gönlünce saçabileceğin
başdöndürücü kokuları;
sonra Mısır kentlerini görmek için
bilgelerden bilgiler dermek için
yolunu uzatmaya bak.

İtaki hep aklında olsun
Amacın orasıdır ve oraya gidiyorsun.
Ama gerek yok ayağını çabuk tutmana,
Yıllarca sürmelidir bu gezi,
öyle ki yaşlanıp o adaya vardığında,
yolda kazandıklarınla zaten zengin,
İtaki’den zenginlik beklemeyesin.
İtaki eşsiz bir gezi sağladı sana,
O olmasa yola çıkmayacaktın
onun vereceği bir şeyi yoktu başka.

Ve şimdi sen onu yoksul buluyorsan, İtaki aldatmış değildir seni.
Artık sen bir bilgesin, bunca deneyden geçtin
İtakiler ne demektir artık bilirsin.


Konstantin Kavafis
Çev : İsmet özel




* Halkın Dostları/ Sayı: 4 / Haziran, 1970

O Gece...

O gece ben olmayacağım.
Utancımdan bakamadığım aynalarda
Güldüğünüzü görecek
Anlayacaksınız.

Her gece birinin olmadığı gecedir.
Gecelerinizi karıştıracak gitgide
Olmayanlarınızın çoğalması.
Benim olmadığımı duyduğunuz bir gece
Korkacaksınız.

Şimdiden düşünüyorum son kalanımızı
Son gidenimizin bu gecesinde.
Ama bir gece olacak, ortalarda bir gece..
İçinde siz de olmayacaksınız,
Ayrıca.

Özdemir Asaf...

Testi...

Dolu bir testiydim ben,
Başaşağı ettiniz beni;
Eh, boşalıverdim derken...
İyi mi ettiniz yani?

Sevgiler vardı içimde
Ezgiler vardı, iyilikler...
Boşaltıverdiniz, hem de
Düşürüp kırmaktan beter.

Hoş, yine bir testiyim ben,
Yine varım ama bomboş.

Ahmet Muhip DRANAS

Kalabalık...

“ipek böceği attım
eşarp düştü içime...”

uyandım
rüyamda kanamış dilim
belki kıtlama jiletle bağırılan
yaşam öyküleri anlatmışımdır çocuklara.
çocuklar dedim de
onlar da kanadılar
kanınca bana.

kalktım
bir eşkıya rica etti yüklerimi
güzel de bir kadın
çocuğunu öleceği yaşa büyütemeden giden
bir anneyi uğurlamış olsa da
onyedi kalp kriziyle

yürüdüm
adımlarım nasıl da uyarılıyor
kapıyı çalan biri olduğunda
isterse bir hırsız olsun
kapıyı çalmaya yeltenen

öldüm
ve yarın üşüştüler başıma; yaşlar, ayaklar, gözler
ve yarı yaşam yakınmaları sürdü adıma
ve yar uzun saçlı bir adamla geldi mezarlığa
ve ya bir kadınla...

ve
gömdüler beni,
öldürdükleri gibi
özenle.

Özge Dirik

Sürrealist Soytarılar...

I.

Hadi gelin şimdi,
aykırı bir ayrıksılık suratım…şakacıyım bilirsiniz…
muhalifim en sarrafından
genetik mühendisliğine,ilme,sınaiye,dinsizliğe…
düztaban bir deliyim...izlerimde yorgun yansızlığım
harflerde boğulmuş,
itilmiş karanlık bir sahirim ben...sahiciyim…
oysa beşer iliği boş bir düğme gibi duruyor yakamda
sokak adamları,kudurmuş çocuk tinerciler
sosyalistler,liberaller,iğne baz kehanetler
doktrinler,diş macunları,vaaz verenler
evdeki karın
çöpe attığın kondom artığın,
günah seansların,lahit tapınmaların
görkemle döşediğin zahmetli hayatın…
beyninde ufalanan gazete manşetleri,
çoğu ne kadar öfkeli,
yasaklı mı sanıyorsunuz dilimi,yazabilirim hepsini…

yaşamın çitinden sarktı çocuk gözlerim
kilitledim kemiklerimi
güç sizde artık,çizgi filmlerden çıktı şiddetim
çağ çocuğuyum,beni siz yarattınız irinli...
ezin isterseniz geleceğimi bir ucuz izmarit gibi
sünniyim,işçiyim,iticiyim…sarkmış debelenmekteyim…
bildiklerimi anlamasanız da olur,
söylediklerimi bilin yeter
ö l ü r s e m
ciddileşeceğim
söz,
gerisi boş geliyor; yaşanan gün bir öncekiyle aynı
bense kralın en dandik soytarısı,
gelin…hadi gelin...şimdi…

kararlarımla değilse de
-bir yerlerde düşürmüş olmalıyım-
karanlığımla yürüyorum üzerinize,takip edin beni,
söylenip duran batı değilim,düşkün barbarım ben,
fetvaya kanasım yok,
eşelek düşlerimle ödünç aldıklarınızı avucuma bırakın
bütüne varacak halıdaki atlas soykırımlarım
yüzüme,
gözlerime baksanıza,
yansıyan beşer ağlaması
ben mutlu bir kızım...adım neydi ki…
bu aralar hafızam yaralı unutuyorum birçok şeyi ...

II.

şiir yazan bir kadın ıslak saçlarını taradı,
cama karşı,
çıplak bir adamdan uçtu gitti kokusu
küçük adımlarını öteki cılız sevdalara attı,anlamıştı
adam gitmişti
suda yürüme denemeleri bitmişti
dikeni kaldı öpüşünde,tükürmeliydi,
oysa , o da sevilmek istemişti
ayaklarına baktı kapı çarparken
ıslaktı...kanıyordu...canı yanmıştı…


III.

kararlıysan yaşamaya,bir kez daha jelatinle yalnızlığını...
uyku arası silahına davran,
ellerin tetikte hıçkırarak vazgeç ölümünden,
kırıta kırıta çık dışarıya sonra,
rujunu daha kırmızı sürerek,kapa en uçkur çıbanını …
sevdiklerin yetti,gitti,bitti
kal diyor sol yanın,eziyetin sürmeli
palavranızdan arınarak,
güzel diye fanusa koyduğunuz melekler
üst üste,sıkış tepiş,ezilmekteler…

IV.

hadi gidin şimdi,
uzandığım boşluğa salınayım sere serpe ahlaksızca…
hepinizden yeni bir isim türeteyim,
Marazı bölük,
Yaralı alım,
Kır güneşlim...
düşünmüyor ipini çeken gökteki gülüş
hadi gidin şimdi
bırakın sevmeyin beni,
hakikaten ben kimdim,adım neydi ki…


(en yakın koordinatları içime düşürüyorum,uzay da yalan,içindeki uzay ahalisi de...burada ne işim var bilemiyorum,ben mutlu bir kızım,
sazım,nazım,cazım ve sakızım…ne alakası var be cancağızım...
b e n m u t l u b i r k ı z ı m . . .
adımı hatırlarsam bitecek ızdırabım...)


V.

korkmuştu,peştamalla örttü erkekliğini
en çok sabah saatlerinde sevişir zavallı et yiyicisi,
kendi merkezine yerleşen medeniyetinde
‘tek dişi kalmış canavar” ,matah biri sanıyor kendini...
parçalanan enkazında oynaşıyor memeli kadınlar
bir başına,denize değemediği ininde
fena düşlerle
inle
dinle
kimse konuşmuyor bak seninle …

VI.

indim kuyularına,
sallanan baş tacımla,namusumla…namlunda
yakamda bir küçük altın,
yüreğime ilmekledikleri,iğnenin ucunda sızı
saat sıfır dört
geç kaldım çöp toplamaya
gitmeliyim…duramam gayrı…

karartılı başlarıyla satırdır öfkeleri
en çok kimsesizsem sezerim tehlikeyi,
ekip arabaları inleyen tedirgin sirenleri
ışıkta yanan sinek kanatlarım,
lüzumsuz şarkılar fısıldadığım
sinir bozan bir yalnızlıktır yanımda taşıdığım ,
tutanaklara kirâmen katibin geçti,şahidim şeytanım
-ben ona git demiştim ...defalarca kovmuştum…
çok çürüğü vardı…
yıllardır sülük soğurtan …erdemsiz ısırıcı…
anladım etime sinen derimmiş ikircikli
devinerek sonraki güne kalmakmış tek niyeti…


VII.

yaklaştı,ama uzağımdaydı
ateş sordu,erkekti,nefesi şaraptı
ben kadındım,
ateşimi veremedim,sığındığım gecem eşarbımdı
nemli kaldırımları bir metre yetmiş santim soludum
pabucumda kan vardı,bastıkça batıyordum,
küçücük oluyordu gövdem ,şu dönemeci geçersem
haki yeşili parkamda hazinem
sertmiş,evden çalmıştım,yaktı
it gibi titredim,mutluluk bu olmalıydı…
korkuyordum da,iç içe geçen taraksı duygularımla
ruhsatsız sürüyordum ayaklarımı sana
takip ediliyordum bu en sevdiğim paranoya,
telaşlı adımlarım ele verirdi,sal gitsin tecavüz fikrini
kimse bişicikler yapamadı dans ederken dumanımla
sen değil misin ilmeği geçiren boynuna,
zamanın doldu yaratık
zulanda oyuncakların
içkin,sevgilin,yalnızlığın…
Hadi gidin hepiniz şimdi...


VIII.

üşüyorum ,
en çok cami duvarına karşı işer bela bulucusu
ezeli ıstırap büyüyen,yayılan yaran,iltihaplı gözyaşların
sürüme topalını karşı kıyıya
asla sevmeyecek seni anlasana...zavallı kabullenici…
orası yıldız evi,kan bahçesi,fuhuş cenneti
mavidir gözü aleni deli…yakışıklı sanıyor kendini...
üstelik hiç sevmedin mavi gözlü erkekleri
komik adamlardı hepsi,
aynı cümleyi tekrarlayan mekanik sesleriyle
ne kadar sıkıcıydılar tekno gülüşlerde
pilleri bitince susuverdiler,
eylemsiz,kımıltısız,boş sevdiler
barkotlu avuntularda yitiverdiler
pazen pijamanı görmediler ki,
ipek geceliğinle öptürdün tenini… ve gidiverdiler…

IX.

bu gece
öfkeye gebeyim
tarih belleksiz kılıyor kendini bilmezleri
unutulan inkarın inkarı diyalektik ezinti
leş gibi kokuyor leş
nefisinde diliyle dişi arasında puşt hüviyeti
eşikte bir oğlan çocuğu,terastan atıyor kendini
düşerken baba diyor kocaman gözleriyle
cılız ve gözlüklü bir yaratık gibi duruyor yarattığı öyküde
niyetinde ırzına geçilmiş hayal düzmeceleri
eli kirişte tehditlerle kapattı kapatacak sıkıcı geleceğini
sanal alemde avunur düş yiyicisi…
oyun bitti,oyuncakları da gitti
şimdi atletli babasını,
karanlıkta oturmuş yalvaran kibrini
annesinin ırzına geçen tuhaf ezikliğini
yaz yazabildiğince,nasıl olsa tanımazsın senden iyisini
hayatın merkezi sanıyor kendini…
zavallı oyuncak kemiricisi…

X.

atlarsam,düşmeden
kirli bir çaput dağılacak beyin kıvrımlarınıza
bu gece
geçmişimi ve geleceğimi sığdırıp terime
kurumaya gidiyorum düzen kurucusu...kurulmaya değil...
eğer korkarsam sıcak yaramdan
annemi ememem bir daha
köpek sesleriyle tüylendiğim bu gecede
ardımda kocaman bir sarkaç bıraktığım geçmişim
kuyruğumda gereksiz tüm sözler ânı lekelemekte
geleceğim ,
civarsız serüvenlere sürüklenerek tekrar geleciğinize
çoğu ne kadar öfkeli,
yasaklı mı sanıyorsunuz dilimi,yazabilirim hepsini…
hadi gülün şimdi…


(en düşük fiyatı etime biçtim,yıkanacağım,paklanacağım,kokular sürüneceğim,kirimi akıtacağım musalla taşına,çenemi saracağım tülbentle,pamuğu tıkayacağım edebimle,ayak parmaklarımı bağlayacağım birbirine,muhakkak şarkı söyleyeceğim en işveli sesimle…
herkes sevecek o vakit beni…cesedimi bile yük etmeyeceğim size,tabutum olmayacak,kollarınız yorulmayacak…
Hadi gülün şimdi...)

Temmuz.2004


Ömür Nihan Akçalı

Mendilimde Kan Sesleri...

Her yere yetişilir
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
Çocuğum beni bağışla
Ahmet Abi sen de bağışla
Boynu bükük duruyorsam eğer
İçimden öyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet abim benim
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konyanın beyaz
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
Öylesine benzer ki
Ve avlularına
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
Ve sözlerine
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer
Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
Anısı işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben
Cıgara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenberi
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun çabuk
Bakıyorum da simdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi
Biz eskiden seninle
İstasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet Abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
Sofranı kurardı
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o cocukların dunyayı düzeletecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar...
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım tıklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
İşçiler
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar.

Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.

Edip Cansever

"Benim için şimdi sonsuzdur, sonsuz da sürekli olarak değişir, akar, erir. Yaşam bu andır. Geçip gittiğinde ölüdür artık. Ama her yeni anla birlikte yeniden başlayamazsınız, ölü olana göre yargılamak zorundasınız. Bataklık kumu gibi tıpkı... Daha başından umutsuz. Bir öykü, bir resim heyecanı biraz yenileyebilir ama yeterince değil. Şimdinin dışında hiçbir şey gerçek değildir, daha şimdiden yüzyılların ağırlığının beni boğduğunu duyumsuyorum. Bir zamanlar yüz yıl önce bir kız yaşamıştı, şimdi benim yaşadığım gibi. Sonra öldü... Ben şimdiyim, göçüp gideceğimi de biliyorum ama doruktaki o an, o parıltı... Gelip geçiyor sürekli bir bataklık kumu, ama ben ÖLMEK İSTEMİYORUM."

Plath, Temmuz 1950, Massachussets, ABD

Sır Göçü...

ben de bir taklidiyim hüznün,
isyanım, sakladığım sabrı tutamamaya.
her insan sevdiğine eceldir gün be gün,
her insan ağzında bir giyotin taşır
sevgilisinin dili için. Ancak,
hakikat anlaşıldığında
kimse hayatta kalamayacak.
Farzedelim ki hepimiz delirdik
eşyalar da delirdi, tabiat da,
din de delirdi, sınai atılımlar da.
Böyle bir delirmenin tam ortasında
su bitti, ekmek bitti, hatta kalmadı takat
beynim nerede, gözlerimi gören oldu mu
ellerim çalınmış, gövdem tozlanıyor rafta
benden ne köy olur ne de kasaba
ben artık bir şehrim
böyle bir delirmenin tam ortasında!
göçen sırlarla yaşlandı aklım
şeytan huzura gelsin, etek öpsün
af dilesin!
seni sevmiştim hayat
farketmedin, anlamadın
şimdi ölüyorum
bilesin!

Küçük İskender...

Mezar...

tükenirdi monolog
kaçarken içine düştüğüm kara toplum
big bang sonrası büyük yalnızlık bilinmeyeni
saçlarında titreyen iblisler karartırken güneşi
üstüste gömülürken
saydam yaşamlar
bir yankı duyulurdu hiç'likten
bütün yalnızlıklarınızın ilenci
korusun çoğulluklarınızı
cinnet koyun erdemin adını
maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın
hepiniz mezarısınız kendinizin...

Nilgün Marmara