Mutsuz Sirk Palyaçolarına Benden Selam Söyleyin... Gökçehan Daçe

Sidik ve Zambak...


içimden bir şiir geçti nine
sidik ve zambak* kokulu bir inilti
bildiğim tüm duaları okudum
bilmediğim bir dille yalvarmalıyım belki de…

ne yapsam nereye gitsem
değişmiyor etrafımdaki yüz metre kare
insanlar terliklerim gibi değil ki
bıraktığım hiçbir yerde bulamıyorum dönünce…

kocaman bir boşlukta duruyorum metanetle
daha da kocaman bir boşluktur taşan içimden içime…

temiz su ve tuz kalıntıları var derdi ceddim köklerinde
sızıntılarında irinli bir hal varsa da şimdilerde
büyüdüm
büyümekten hazzetmeyerek
akranlarımın tümü riyakârmış diyerek…

gözlerimde sahnesi düşmüş oyuncu suskunluğu
ne maviyi arayan, ne maviye inanan
adı yok hiçbir soykırımın düşlerimde
soyundukça genişliyor beşer
daha da utanır oluyorum insanlığımdan
giyindikçe benziyorum çokca size
soyumun suskun rezilliğine…

yaşamak içi doldurulamayan ırgat bir kelime
yaşamaktansa her işi yapardım ölgün ellerimle

içe kıvrık bir deliyim dikenlerimle
tenim zift, yüzüm çamur, beynim katran öfkede
oysa siyahın bile bir ışıltısı var bakmasını bilene

tufandır suskunluğum
kelimeler var dünyayı açıklayan
dünyamı anlatamıyor hiçbir kelime
öyle çok üşüyorum ki
pahalı gocuklarıyla fildişi kulelere çekiliyor efendiler
molozların altında can veriyor bebeler
kızların bekareti asılıyor direklere
gökte bir yıpranmışlık, mavide bir saçmalık
çöplerde pazartesi uğultusu
tabutumda ayva çiçekleri
ötelerde bir kenti yıkıyorlar
direnen tek dağ yok
bayağıdır izleyenler
öyle çok
öyle çok üşüyorum ki…
kıyamet alameti, kıyım ve emanetleri…

bırak bunları diyor ses,
uzandığında
uyumalısın
yoksa su olup aksan faydası yok kirine
ödev ödev üstüne…

doğayı öğütlüyor fetva
tüm bildiklerimi tasnif edip, bilmediklerime tutunuyourm itikatsizce
evcil bir sürüngenim artık
vaktinden evvel kuruyup ölecek
sizse, ne çüreyen tohumu görmezden gelebiliyorsunuz
ne de tohuma ihtimam gösterebiliyorsunuz
“biz”e ait olandan uzak kalmanın çaresizliğiyle
kaçıyorsunuz…

oysa
hiçbir zaman hudutlarım olmadı benim
sesimi duymadınız, fısıltım civarsız mı
denizanası bedenim kaygan, inandınız mı
bir çivi değse kapanırdı yapraklarım
değil onurdan, gururdan insan icadı namustan
yelemde oynaşan geçmiş zaman yaratıklarından
korlarımda köze düşen burçaklardan
tarlalarımdaki yangından…

yüzüm eski
öyle çok
öyle çok üşüyorum ki…

insan insan için kurttur**
her ne kadar kurtlar sofrasında bir parça et de olsam
bu insan olmadığım anlamına gelmez benim de
o yüzden,
çehremi kendi karanlığıma gömüp
affediyorum hepinizi
affedin beni siz de…


içimden bir ses geçti nine
uzaklaş diyor uçurumdan iterken itce
acımasız olmak farzdır kinine
yalnızlık sakin kılmaz ruhunu
öfke kimsesiz taşları sarar en çok

İçin dışına çıkar
Ölürsün
Birkaç bin kez ölmek gibisi var mı

illet, terkedilmez yönsemen kıvrımlarında
ulaşmak, niyetinde kuşkulu dönüm
yolculuğun, aksi bir serüven gelişine
varlığın, tahammülsüz unutuş

Dışında aciz
İçinde sekiz
Ölürsün
Çürüdüğünü ve daha da beter kokmakta olduğunu bilerek…

şimdi
bu kezzabımsı paradoksları
ince bir ışıkta yıkık kaşlarına sor
en büyük sualleri sırala sıkıca düğümlerken urganı
buradaydım yaz şiirlerinle bir yerlere
tek izdüşümün bu kalsın
adın ve üzerinde dünya yılı yazılı mezar taşın

geride kalan hiçbir şey yıldırmıyor gidesi olanı
ne yelkovan, ne akrep, ne tıngırtısı
ne soğuk
ne sahipsiz kalmışlığın
casaretim diyorsun
insanlığım olsa
ölürdüm
birkaç bin kez ölmektense, bir kerede şereflice..


içimden bir ölü geçti nine
kötü ve karamsar diyorlar onlar kendi dillerinde
oysa konuşmuyor ki o kimseyle

içimden bir şiir geçti nine
sidik ve zambak kokulu bir inilti
yine yüreğimin yıkıntılarında tozlanacak sessizce…

(Bir; delilik de, bilgelik de!
Bilge aydınlığa koşarken, deli karanlığa koşuyor, oysa ikisinin de vardığı yer bir, tüm dünyada ıstırap ve acı içinde bilgelik öğreniliyor, ama aciz bedenler hep aynı yere konuyor!
İhtiras da; her ülkede, her vakitte, her beşer kemiğinde
bir!
aslolan yolculuk
ki o da sidik ve zambak kokulu zehir…)


Ömür Hihan Akçalı...


*Neruda
**Hobbes
2004 Nisan / İzmir

Salıncak...

I

Büyük bir oda. Bahçeye açılan bir pencere
Ortada bir masa
Yanda bir kapı
Daha birkaç şey: Örneğin bir yunus balığı camdan, bir heykel
Sabah. Duvarda gün tanrıları
Rezneler, sedef otları, küpe çiçekleri görünür pencereden
Görünür ama görünmez
Yani hiçbir şey yerinde değil pek. Bugün ne?

Salı! O bile yerinde değil
Bir bardak, bir sürahi yerinden edilmiştir, nereye koysak
Nereye?
Bilmem!
Bir çıkrık bir zaman dışını kolaçan eder şöyle
İyi. Biz buna bir durumun sınırsız gelişimi diyoruz
Diyoruz; sanki o her şey kadar bir her şeyi getirir, yığar
Çıkrık
Bir su gürültüsü, bir pul koleksiyonu, bir duanın yaratılışı duyulur bu ara
Duyulmaz ama duyulur
Başlar çünkü onlar da; yani pul, su gürültüsü, dua
Başlar bir insan gibi; süreyi, düzeni ölümü taşımaya

Sabah. Duvarda gün tanrıları
Birinin süresiz terlik giyeceği tutmuştur yukarı katta
Aşağıda
İskemle gıcırtısı, ayak
Tütün kokusu, koku
Yaz kelebeği tadında bir soluma
Yer değiştirme, kımıltı
Tekrar soluma
Kadın
Sessizlik.


II

Gün ışır iyiden iyiye, odanın orta yerinde bir kayalık
Sarı bir kertenkele... onunla her şey bir iki sıçrar, durur
Başkaldırır, düşer
Bir çorak bağırışı, bir taşın ikiye bölünmesi işitilir. Sonra?
Bir su arayışı, bir bozgun... Biz buna benzer her şey diyoruz, her şey her şey
her şey
Çünkü o, kadın
Uzanır, sağar bir yokluğun içinden
Gene bir yokluğu sağlar, üşenmez
Bir gül çukuru tersine döner, bir alev kıyısı doğurganlaşır
Çıkar boş kıyılardan katılaşmış akşamüstleri
Böler o bakışları bir sarkaç gibi binlere
Ama bir zaman gibi değil, bir sarkaç gibi böler
Yani olanlar olmuştur bir kere
Bir kartal donakalmıştır sıcaktan. Bir U sesi duyulur
Yaratılmaya uygun bir ses, U
Uzağa bakar kartal. O kadar bakar ki, bakmaz
Taş kesilmiştir taş, boynu ileri düşmüştür
Tanrım bize bir salıncak!
Çok çabuk geçmek için şu olup bitenleri
Bir daha, bir daha, bir daha
Unutmak unutmak unutmak
Tanrım!
Taş kesilmemek için taş
Bunu evrenin sonsuzluğu diye yorumlar varlığı olmayan bir söz

Kadınsa kımıldamak ister, olmaz
Yer değiştirmek ister, olmaz
Solumak birdenbire
Gene olmaz
Olacak bir şey boşuna aranır, boşuna boşuna boşuna
Bir kaya daha çatlar
Başlar ufacık taşlar yuvarlanmaya
Eser bir silinti, bir sisin dağılışındaki öz
Çıkar o yunus balığı, o heykel
Yaz kelebeği, kapı
Sonra?


III

Sonra ne? Sabah! İyi bir gün başlar ne de olsa
Tepeden tırnağa beyazlar giyinmiştir kadın
Ne var ki bir kadın gibi değil, bir aşk, bir umut gibi değil
Bir aralık gibi durur dünyada
İşte bir soru!
Okurken elinde tuttuğu; okumaz, gene elinde tuttuğu
"Önce hep gece vardı" diyen bir kitapla
Biz buna bir sorunun sınırsız gerilimi diyoruz
Diyoruz; çünkü o kadın
Ne yapsa, neye uygulansa
Bir aralıktır şimdi dünyada
Bir aralık, bir aralık!
Yıllanmış ağaç kabuklarında bir yara
Bir geçit, bir su akıntısı, bir bıçak izi
Ve batık gemilerden şimdiye arta kalan
Bir batışın korkunç, ama hiç bitmeyecek izlenimi
Tanrım ona bir salıncak!
Bir gidip bir geliversin diye boşlukta
Umutla, erinçle, tutkuyla
Kendine kendine kendine katlanarak
Hani görmeden daha, bilmeden darıldığı kendine
Tanrım
Ona bir salıncak!
Tam burda
Gözlüklü, kış akşamları yüzlü bir bahçıvan
Sorar o sokak kedisinin dilindeki hızla
Sorar o çiçekleri -bir çiçek olmayan yalnız- sorar sorar sorar
Nereye kadar bilinmez
Hani bir sormasa... korkunç!

Hani bir çalgıcı vardı, başını çalgısına koymasa uyuyamaz
Sonra?
Sonra ne? İşte bir çamur gibi sıvanmış odaya
Karanlık bir kilisenin
İhtiyar zangoçunun ağzıyla
Günaydın!
İyi bir gün başlar ne de olsa


IV

İyi bir gün başlar. Dünyadayız artık. Dünya!
Şu tatlı pencereniz. Sizin. Bunu anlamayacak ne var? Pencere
Tanıklık ediyor işte. Gün mavisi bir şey. Tanıklık ediyor
Pek açık değil. Değil de... Size. Tanıklık ediyor bir de
Bunu evrenin sonsuzluğu diye yanıtlar varlığı olmayan bir söz
Yok canım! kimsenin bir şey dediği yok, söylenmiş bazı sözler yaşıyor, o kadar
İşte
Yaşamış bir kadın yaşıyor orada
Yitmek, hani durmadan yitmek, ulaşmak bir aşkınlığa
Var ya
Orada
Tek imge kayalardır, işte orada
Yaşar hiç konuşmadıklarınız, işte orada
Dışa vurmadıklarınız, şimdi orada
Her şey hep kayalardır; otlar da böcekler de, sular da
Günler de, zamanlar da
-Görünen bir zamandır çünkü orada-
Bir el yana düşmemiş, kaldı ki birden havada
Değilse bir hareket bu, yalnız orada
Orada
Bir ayak boyu yerde, bir kadın
Bırakılmış gibi yıllarca
Tanrım ona bir salıncak!
Taş kesilmesin diye taş
Donakalmasın diye boşlukta.

Hani o balıkçılla yarışan çaylağa
Kırpışan gözleriyle bakan gemici
Gibi
Baksın o da görmeden
Ne çıkar ustaymış, erginmiş uzağı görmekte gözleri.

Tanrım size bir salıncak!

Edip Cansever